küresel iklim değişiminin bitki ve hayvanlar üzerindeki etkilerine örnekler

Doğal yaşam alanlarının canlı türlerinin uyum sağlamasından daha hızlı bir şekilde değişmesiyle birlikte bazı bitki ve hayvan türlerinin yok olacağı tahmin ediliyor. Son 20 yılda küresel iklim değişikliği nedeniyle meydana gelen fırtına, sel ve sıcaklık dalgaları nedeniyle yarım milyon insan hayatını kaybetti. Almanya’da bulunan Germanwatch isimli sivil toplum kuruluşunun topladığı verilere göre son 20 yılda iklim değiminin etkisiyle meydana gelen şiddetli hava olayları 480 milyon kişinin ölümüne neden oldu. Kuzey Kutup Bölgesi'nde de, iklim hızla değişiyor ve göründüğü kadarıyla hayvanlar ve kuşlar, unun etkilerini hissediyor. Kuzey Kutup Bölgesi'nde, sıcaklıkların artışı paralelinde, buz örtüsünün uyduyla izlenmeye başlandığı 1978'den bu yana, kalıcı deniz buzu her on yıllık dönemde %9 küçüldü. Buçalışmada iklim değişikliğinin kentsel biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerine değinilerek yanlış arazi kullanımı neticesinde doğal alanların yok edilmesinin yarattığı iklim değişikliğinin kentsel ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilirliğine etkileri konusunda tespitlere yer verilecektir. HavaKirliliği ve Kirleticiler Hava kirliliği, atmosferdeki bir veya daha fazla kirleticinin insan, bitki ve hayvan yaşamına; ticari veya kişisel eşyalara ve çevre kalitesine zarar veren miktar ve sürelerde bulunması olarak tarif edilebilir [1]. Bu kirleticiler, gaz (SO 2, NOx, HC, CO, CO 2) ve toz (duman, Agence De Rencontre Gratuite Pour Les Femmes. Atmosferde bulunan CO2, CH4, N2O, O3, CFC gibi gazlar güneşten gelen ısının bir kısmını tutarak dünyamızın belirli sıcaklıkta kalmasını sağlıyor. Atmosferin güneşten gelen bu ısıyı tutma özelliği sayesinde yeryüzü yaşanılır bir sıcaklık değerinde tutulmuş oluyor. Atmosferin bu şekilde ısıyı tutma özelliğine sera etkisi denilir. Eğer atmosferin bu özelliği olmasaydı, yeryüzü günümüz ortalama sıcaklık değerinden 33 37 Özellikle 1860’lı yıllarda yaşanan sanayi devrimiyle birlikte hızlı sanayileşme, fosil yakıtların aşırı kullanımı, hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, ormanların yok edilmesi, yanlış tarım faaliyetleri, çevre tahribatı gibi antropojen faaliyetler sonucu Akın, 2006; Demir, 2009 atmosfere çok miktarda CO2, CH4, N2O gibi gazlar bırakıldı Akın, 2006. Gittikçe yoğunluğu artan bu gazlar, çok fazla sera etkisinin oluşmasına ve yeryüzünün gittikçe ısınmasına sebep olmaktadır. Bütün bunlar sonucu ortaya çıkan küresel ısınma ve bunun etkisi sonucu ortaya çıkan küresel iklim değişikliği etkileri ortaya çıkan ve çıkmaya devam eden bir çevresel felakettir Demir, 2009. Özellikle fosil yakıt tüketilmesiyle atmosfere salınan karbondioksit ve diğer sera gazların etkisiyle yeryüzünde aynı anda farklı sonuçlar doğurabilir Akın, 2006; Eşkin, 2017. Bu sera gazlarıyla ortaya çıkan küresel ısınma, bir yandan kavurucu sıcakların artmasına, ormanların yanarak yok olmasına, çölleşmenin artmasına; diğer yandan aşırı yağışlarla bazı yerlerin sular altında kalmasına, erozyon ve sel felaketlerinin görülmesine sebep olan insan yaşamını tehlikeye sokacak Akın, 2006 ve sürekli artan doğa felaketler zinciri oluşturuyor Eşkin, 2017. Şekil 8’de sera etkisini oluşumu gösterilmiştir. Şekil 8. Birçok Kirletici Gaz Sera Etkisinin Oluşmasına Sebep Oluyor Demirdizen, 2016. 38 Geri dönüşümü gittikçe imkânsızlaşan küresel ısınma ve küresel iklim değişikliklerinin temelinde daha önce de ifade edildiği gibi antropojen faaliyetlerimiz sonucu atmosferde miktarı artan karbon dioksit, metan, kloroflorokarbon, ozon gibi sera gazlarının emisyonlarında görülen aşırı artıştır Demir, 2009. Miktarı artan bu sera gazlarının atmosferdeki uzun süre kalıcı olması, dünyanın ısınma dengesi yıllar sürecek şekilde değiştirebilmekte ve çok yönlü, derin etkisi olan bir değişikliğe sebep olabilmektedir Eşkin, 2017. Dolayısıyla bu durum, zamanla dünyamızın doğal sera etkisinin bozulup atmosferin gittikçe ısınmasına neden olmaktadır. Gittikçe ısınan atmosfer yağış, nem, hava hareketleri gibi doğal olaylarda olağan dışı koşulların oluşmasına sebep olmaktadır. Böylece küresel ısınma ve küresel iklim değişikliği sonucunda kuraklık, çölleşme, besin ve su kıtlığı, göçler, ekosistemlerin bozulması, tür ve gen çeşitliliğin azalması gibi tamir edilemeyecek zararlar ortaya çıkmaktadır Demir, 2009. Eşkin’e 2017 göre Küresel ısınma etkisiyle atmosferde görülecek 0,5-1 0C’lik küresel sıcaklık artışı bile dünyamızda ciddi değişikliklere sebep olacaktır. 1-2 0C’lik sıcaklık artışı en fazla okyanusların ısı içeriği, buzullar ve kutuplardaki buzulların erimesi üzerinde etkisini gösterecektir. Bunun dışında aşırı yaz sıcaklıkları ile sahra çölüne yakın gözlemlenecek sıcaklıklar binlerce insanın ölümüne, bitkilerin fotosentez fonksiyonlarını tam olarak yerine getirememesine, orman yangınlarının artmasına sebep olacaktır Şekil 9. Özellikle Akdeniz ülkelerinde görülecek aşırı sıcaklık artışı insanların Avrupa’nın kuzey bölgelerine göçe zorlayacaktır. 2-3 0C’lik sıcaklık artışı milyarlarca insanı zor duruma sokacak kuraklık artacak, tarım ve gıda üretiminde büyük düşüşlere sebep olacaktır Şekil 10. Ayrıca artan deniz sıcaklığı CO2’yi ememeyeceği için bu durum küresel ısınmayı daha da artıracaktır. Arktik buzulların % 80’i eriyecek, bu durum su seviyeleri yükselmesine, okyanuslarda süper fırtınalar başlamasına sebep olacaktır. 39 Şekil 9. Küresel Isınmanın Etkisiyle Orman Yangınları Artmaktadır Eşkin, 2006. Şekil 10. Küresel Isınma Etkisiyle Kuraklıklar Yaşanmaktadır 2016. 3-4 0C’lik sıcaklık artışı buzulların hızla erimesine, deniz seviyelerinin 50 metre kadar yükselmesine, bunun sonucunda kıyı kentleri adalara dönüşmesine sebep olacaktır. Özellikle Hollanda, Belçika, Danimarka, Almanya gibi ülkelerin topraklarının deniz altında kaybolacağı düşünülüyor Akın, 2006. Çin’de tarım sektörü çökecek ve 1,5 milyar insan açlıkla karşı karşıya kalacaktır. Buzulların 40 erimesiyle buralarda hapis olmuş 500 milyar ton karbondioksit açığa çıkmasına ve dolayısıyla küresel ısınmanın hızlanmasına sebep olacaktır. 4-5 0C’lik sıcaklık artışı buzulların tamamen erimesine, yağmur ormanların tamamen yanmasına sebep olacaktır. Kuzey bölgelerinde Kanada ve Sibirya yaşamak için en uygun yerler olacak. Meydana gelecek olan volkanik patlamalar güçlü bir sera gazı olan metan gazı miktarını artıracaktır. İnsan yaşamı için kalan az miktardaki değerli kaynaklar için savaşlar ve katliamlar başlayacaktır. 5-6 0C’lik sıcaklık artışı ile yeryüzündeki bütün türlerin %95’i yok olacak, dünyamız ölü ve ıssız bir gezegene dönüşecektir. Durgun okyanuslardan çıkan zehirli hidrojen sülfür gazı ile kalan tüm ormanlar yanacaktır. Aşırı ısınan denizler zamanla süper kasırgalar ile tüm canlı formlarını yok edecektir. Deniz yataklarından çıkacak metan gazları atmosferde yüksek miktarlarla ulaşacak, bu durum kıvılcımlarla gökyüzünde alev toplarının oluşmasına sebep olacaktır. Demir’e 2009 göre küresel ısınmanın dünyada ve ülkemizde canlılar üzerindeki etkisine ve oluşabilecek etkilerine aşağıdaki örnekler verilebilir  Tropikal ormanlarda bulunan bitki ve hayvan türlerin adaptasyon süreci olumsuz etkilenerek onların zarar görmesine sebep olmuştur.  Deniz sularındaki sıcaklık artışı Alaska Körfezi’nde balıkların daha serin sulara göç etmesine sebep olmuş, bu durum binlerce deniz kuşunun besin kıtlığı yaşamasına sebep olmuştur. Somon balıklarında üreme %20 azalmıştır.  Buzullarda sıcaklık etkisiyle görülen erime, kutuplardaki canlı türlerini etkileyerek onların coğrafi dağılımlarını ve yaşam koşullarını etkilemiştir. Şekil 11’de gösterildiği gibi Özellikle kutuplarda yaşayan kutup ayısı, fok ve denizayılarının habitatlarını daraltmıştır.  Okyanus yüzey sularındaki görülen ısı artışı fitoplanktonların büyüme süresinde uzama ve biyokütlelerinde artışa neden olmuştur. Sulardaki bu ısı değişimi zooplanktonların erken gelişmesine ve kuzeye doğru kaymalarına sebep olmuştur. Planktonlardaki bu durumlar balık popülasyonlarında değişime sebep olmakta ve Kuzey Denizi’nde bulunan sıcak deniz canlılarının sayısını artırmaktadır. 41  Isı artışı, bitki türlerinin dağılımını değiştirmekte ve onların popülasyonlarında azalmaya sebep olmaktadır. Bu durum dolaylı olarak diğer biyolojik çeşitlilikleri de sınırlandırmaktadır.  Isı artışı Kuzey Kutbu ve tundra toplulukları etkileyerek bu toplulukların yerini ağaç ve bodur çalılıklar almasına sebep olmuştur.  Kuzeybatı Avrupa ülkelerinde, termofilik bitki türleri artış meydana gelirken, soğuğa tolerans gösteren bitki türlerinde azalma meydana gelmiştir.  Isı artışının etkisiyle önümüzdeki yıllarda bazı bitki türlerinin dağılımının sınırlanacağı hatta bazı türlerin tamamen yok olacağı düşünülmektedir. Bu sebeple 2050 yılı itibariyle bütün türlerin %15–37’sinin yok olacağı tahmin edilmektedir.  Zamanla Doğu Avrupa ve Akdeniz bölgesinde yağışların azalacağı, orman yangınlarının ve toprak erozyonunun artacağı, bitki türlerindeki zenginlikte azalmalar yaşanacağı tahmin ediliyor.  Zamanla Kuzey Avrupa’daki endemik türlerin yok olacağı, onların yerine rekabetçi türlerin alacağı düşünülüyor.  İskandinav ülkelerinde günümüzdeki dağ vejetasyonunun bozulacağı ve bu vejetasyonun %40-60 arasında azalacağı düşünülüyor.  2050 yılına kadar dünyadaki birçok ormanın fonksiyon ve kompozisyonunun değişeceği böylece zamanla yeni orman tiplerinin oluşacağı öngörülmektedir.  Tropikal ormanlarda %8 kayıp yaşanacağı, burada yaşayan canlıların yok olacağı ve göç edeceği; ancak bu ormanların kuzey ormanlarına göre artan sıcaklıktan daha az etkileneceği düşünülüyor.  Bitkiler, sıcaklık, yağış ve karbondioksit konsantrasyonundan etkilendiği için iklim değişikliği ve küresel sıcaklık artışı bitkilerin adaptasyon ve büyüme mevsimlerini üzerinde farklı etkiler bırakacaktır.  Güney ve Orta Avrupa’nın alçak rakımlı bölgelerinde kuraklık artacağı ve birçok su kaynağında kuruma riski ortaya çıkacağı, bu durumun özellikle koruma altındaki ormanlık alanlarda büyük sorunlar doğuracağı düşünülmektedir. 42  Küresel ısınmayla artan kış sıcaklığının çoğu kuş türünde hayatta kalma oranının artıracağı düşünülüyor. Gri balıkçıl, şahin, karabatak, öter ardıç ve kızıl ardıç gibi kuşların artan sıcaklıkla hayatta kalma sürelerinin arttığı saptanmıştır.  Yaklaşık olarak kuşların %12,5’ini oluşturan kuş türünün iklim değişikliğiyle neslinin tükeneceği, İngiltere’de 1980’den bu yana 22 milyon kuş çiftinden en az 17 milyon çiftin yok olması bu durumu kanıtlar niteliktedir. Ancak bu konuda kuşlarla ilgili öngörüde bulunmak biraz zor ve erken görünmektedir.  İklim değişikliğiyle meydana gelecek olan aşırı kuraklık, çoraklaşma, tuzlanma ile toprağın yapısı ve buna bağlı olarak toprağın mikroorganizma yapısının değişeceği düşünülüyor. Özellikle yararlı türlerin yok olacağı, hastalık etkeni türlerin artacağı düşünülmektedir.  Artan sıklıklarla birlikte sivrisinek gibi hastalık etkeni canlıların daha geniş alanlara yayılacağı ve bu durumda sıtma gibi hastalıkların artacağı düşünülüyor.  Ülkemiz için de küresel ısınmanın büyük sorunlar doğuracağı, özellikle ülkede kuraklık ve sıcaklık artışıyla, ekolojik yapı ve biyolojik çeşitliliğin büyük yaralar alacağı öngörülmektedir.  Artan sıcaklıkla ülkemizde günümüzde de etkisini gösteren kuraklıklar yaşanmaktadır.  Küresel ısınma, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de su ekosistemleri üzerinde kara ekosistemlerine göre daha hızlı etkisini göstermektedir. Artan sıcaklıktan dolayı Ege Denizi’ndeki yumuşak mercan kolonilerinin bir kısmının beyazladığı ve soyulduğu tespit edilmiştir.  Sıcaklık artışına bağlı olarak orman yangınlarının artacağı çayır ve meraların azalacağı, millî parkların iyi korunamayacağı tahmin ediliyor. Günümüzde de artışı tespit edilen orman yangınlarıyla birçok ağaç, böcek, mikroorganizma türünün yok olduğu belirlenmiştir.  Kızılcahamam Milli Parkı'nda, yaşamlarını sürdüren 20 ciğer otu türünden kuraklık etsiyle sadece 4 türünün yaşamını devam ettirdiği tespit edilmiştir.  Türkiye’de küresel ısınmanın etkisiyle ortaya çıkacak olan su yetersizliği, 43 olayları aksatacağı, bu durumun da bitki türlerinin yayılış ve yaşam süresini olumsuz etkileyeceği düşünülmektedir.  Sıcaklık artışıyla özellikle Orta ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde topraktaki aşırı buharlaşma ve bitkilerdeki aşırı terleme kuraklığa dayanıksız bitkilerin yok olmasına sebep olacağı düşünülüyor.  Erzurum Kars yöresinde bulunan çayırlık alanlar mevsimsel değişikliklerden etkileneceği ve farklı yerlere kayacağı düşünülmektedir.  Göller bölgesinde bulunan 900 endemik bitki türünün 48’inin yok olacağı düşünülüyor.  Ülkemizdeki 300 türü endemik olan 600 soğanlı bitki türünün artan sıcaklığa bağlı olarak görülecek erken çiçeklenme, azalan yağış gibi olaylardan etkilenerek büyük risk altına gireceği düşünülüyor.  Ülkemizde biyolojik zenginlik göstergelerinden olan dağ habitatları, küresel ısınmayla dağlardaki buzulların erimesiyle, buradaki birçok türde göçe zorlanmaya veya yok olmaya yol açacağı düşünülüyor.  Küresel ısınmanın bunlar dışında bilim insanlarının henüz kestiremediği birçok olumsuz veya olumlu neticeler doğuracağı belki de insanlık adına büyük kaoslar getireceği düşünülmektedir. 44 İklim Değişikliği ve Çevre Komisyonu Ocak 2021 İklim değişikliği günümüzün başat çevre sorunu olarak görülmektedir. Hemen her gün aşırı hava olayları, sıcak hava dalgaları, sıklaşan kuraklık olayları, artan karbondioksit CO2 emisyonları ve atmosferde yükselen CO2 konsantrasyonu, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, çölleşme gibi haberlerle gündemimize girmektedir. Gün geçtikçe, toplumsal yaşamın tüm boyutlarının iklim değişikliğinin azaltılması ve etkilerine uyum sağlanması amacıyla değiştirilmesi gerekliliği politik bir söylem olarak ön plana çıkmaktadır. Bu söylem “gezegenin sağlığı ve insan türünün devamlılığı için insanın ayak izinin dünyadan silinmesi gerekliliği” olarak yaygınlaştırılmakla birlikte, aynı zamanda kapitalizmin içinde bulunduğu krize karşı bir çıkış yolu ve emperyalist hiyerarşide bir rekabet unsuru olarak da karşımıza birlikte iklim sistemi çok karmaşık süreçler içermektedir. İklim doğal olarak da değişmektedir ve Dünya'nın oluşumundan bu yana defalarca değişmiştir. Ancak, bilim çevreleri tarafından iklimin, kapitalizmin tüm coğrafyalara yayıldığı Sanayi Devrimi’nden günümüze değin, yaklaşık son 200 yıl içinde, beklenmeyen bir hızda değiştiği ortaya konmaktadır. Kapitalizmin yarattığı iklim değişikliğinin nedenleri ve mekanizması anlaşıldıkça, gerek iklim değişikliğini durdurmak veya yavaşlatmak gerekse etkilerine uyum sağlamak için, toplumsal çıkarları savunan ve bilimsel temele dayanan planlı bir ekonomiye duyulan ihtiyaç daha fazla açığa çıkmaktadır. Bu rapor, iklim değişikliği olgusunun geniş toplumsal kesimler tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli temel bilgileri derlemeyi ve mevcut toplumsal düzen içinde geliştirilen politikaları eleştirel olarak ele almayı raporda ele alınan bilimsel veriler büyük oranda Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC tarafından ortaya konan çalışmalardan derlenmiş, şüpheci görüşler ayrıca irdelenmemiştir. Bir Birleşmiş Milletler organı olan IPCC, çalışmalarını tüm dünyadan binlerce bilimcinin katkısı ile yürütmekte ve siyasilere karar verme süreçlerinde destek olacak bilimsel altyapıyı sunmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte iklim değişikliği konusunda tekelleşmiş denebilecek bu odağın dışında bağımsız bir alternatif bulunmaması, bu raporun kısıtları arasında ve Aydınlanma Akademisi İklim nedir? İklim, çok genel olarak yeryüzünün herhangi bir yerinde gözlenen hava olaylarının uzun süreli ortalamasına dayanan durumu olarak tanımlanmaktadır. Bir yerin iklimi tarif edilirken genellikle sıcaklık, yağış, nem, basınç ve rüzgâr gibi atmosferik koşulların sıklık ve şiddeti kullanılır ve bu koşulların değişkenliği ile uç değerleri dikkate alınır. Bunların yanı sıra, bu yerin coğrafi konumu, rakımı, deniz ve okyanuslara yakınlığı ve yeryüzü şekilleri de iklimini iklim ise, Dünya’nın tamamında hâkim olan iklimsel koşulların bütünüdür. Küresel iklim, Dünya’nın katmanları olan hava küre atmosfer, su küre hidrosfer, buz küre, taş küre litosfer ve yaşam küre biyosfer arasındaki karmaşık ilişkiler sonucunda oluşur.[1] Ancak küresel iklimi en fazla hava küredeki değişimler nasıl değişir? Dünya yaklaşık 4,6 milyar yaşındadır. Güneş Sistemi'nin bir parçası olarak gezegenin oluşumundan bu yana karalar zamanla oluşmuş ve konumu değişmiş, büyük yanardağ faaliyetleri meydana gelmiş, hava küredeki gazların miktarlarında büyük değişiklikler olmuştur. Bu süreçte, Dünya’nın iklimi de değişikliklere uğramış belli evrelerde ısınıp soğumuştur. Buzul çağları ve buzul çağları arasındaki nispeten ılıman buzularası dönemler birbirini izlemiştir. Bu değişiklikler çok yavaş ve uzun zaman zarfında oluşmuştur. Yaklaşık son yıldır ise Dünya şu an içinde olduğumuz nispeten ılıman olan iklimsel özelliklere iklimi Dünya’nın ışınım radyasyon dengesi belirler. Işınım dengesindeki değişimler Dünya’daki yüzey sıcaklığını değiştirir. Ortalama sıcaklığın çok az artması bile Dünya’da depolanan ısı enerjisinin çok büyük miktarda arttığına işaret eder. Bu ısı enerjisi, aşırı hava olaylarına, kar örtüsünün azalmasına, kuvvetli yağışların artmasına neden olur ve bazı canlılar için yaşam alanlarının uyum sağlayamayacakları hızda değişmesine yol ışınım dengesi birkaç yolla değişebilir. Bunlardan ilki Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların miktarındaki, bir diğeri Dünya yüzeyinden ya da hava küreden yansıyan güneş ışınlarının miktarındaki ve sonuncusu ise Dünya yüzeyinden ısı enerjisi olarak salınan enerjinin hava kürede hapsolma miktarındaki değişimdir. Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların miktarındaki değişim Güneş ışınlarının şiddetindeki değişiklikler veya Dünya’nın yörüngesindeki değişiklikler Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının miktarını Dünya’nın tek enerji kaynağıdır. Güneş’ten Dünya’ya gelen tüm elektromanyetik dalgaların toplam enerjisi metrekare başına yaklaşık 1368 Watt’dır. Güneş’i oluşturan gaz kütlelerinin tepkimeleri Güneş yüzeyinde güneş lekelerinin oluşmasına neden olur. Güneş lekelerinin oluşumunu Güneş rüzgârları izler. Bu lekelerin arttığı dönemlerde ışıma gücü artar. Güneş lekelerinin oluşması yaklaşık her 11 yılda bir ile Güneş arasındaki astronomik ilişkilerdeki değişiklikler de Dünya’ya ulaşan güneş ışınlarının miktarını değiştirir. Milankovitch döngüleri olarak da adlandırılan bu uzun süreli ve döngüsel değişmeler, Dünya’nın yörüngesinin şekli eksantrisite, eksen eğikliği açısı ve kendi etrafında dönüşü sırasındaki deviniminde presesyon hareketi belirli periyodlarla gerçekleşmektedir Şekil 1. Milankovitch döngüleri, her bir mevsimde belirli bir enlemin aldığı Güneş ışınlarının miktarının değişmesine neden olarak Dünya’nın yüzey sıcaklığını önemli derecede değiştirir. Şekil 1 Milankovitch döngüleri. a Eksantrisite, Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesinin 100000 yıllık döngülerle dairesel ve eliptik şekiller arasında değişmesidir. b Günümüzde Dünya Güneş’in etrafında dönerken 23,5° eksen eğikliği açısına sahiptir. Ancak bu açı 41000 yıllık döngülerle 21,8° ile 24,4° arasında değişmektedir. c Presesyon hareketi, Güneş ve Ay’ın çekim etkisinden dolayı Dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşünde gerçekleşen yalpalamadır ve bu 19000 yıl ile 23000 yıllık iki döngü halinde gerçekleşir. [2]Milankovitch döngüleri on binlerce yıl içinde gerçekleştiğinden uzun dönemli iklim değişikliği üzerinde etkilidir ve buzul çağlarının döngüsel olarak oluşmasını açıklar Şekil 2.Şekil 2 Milankovitch döngüleri zaman çizelgesi. Olasılıkla son 1 milyon yılda ve gelecek 100 bin yılda yıl 0, Milattan sonra 1950’ye karşılık gelir, Dünya’nın eksantrisite E eksen eğikliği T, derece cinsinden ve iklimsel presesyon hareketlerimdeki değişimler. [3]Dünya’nın güneş ışınlarını yansıtma oranı - Albedo etkisi Güneş’ten Dünya’ya gelen ışınların bir bölümü atmosferden ve bulutlardan yansıtılır, büyük bir bölümü ise atmosferden geçerek Dünya yüzeyine ulaşır. Yüzeye ulaşan ışınımın ise bir kısmı geri yansıtılırken geri kalanı ise emilir ve ısı enerjisi olarak tekrar salınır.[4]Gelen güneş ışınlarının atmosfer, bulutlar ve yüzeyden yansıtılması olgusu albedo etkisi olarak adlandırılır Şekil 3. Güneş'ten gelen ışınların ortalama üçte biri albedo etkisi sonucunda uzaya geri yansımaktadır. Bu oran bulutların alanı, arazinin yapısı veya havadaki küçük parçacıkların miktarı ile yanardağ patlamaları, havaya güneş ışınlarını yansıtan parçacıklar saldıkları için albedoyu artırarak soğumaya neden olur. Bu etki kısa süreli olabileceği gibi, kıta ve dağların oluşumu gibi büyük ölçekli taş küre olayları sonucunda süreklilik gösterdiği takdirde binlerce, hatta milyonlarca yıl sürebilen soğuma etkisi etkisi arazinin yapısına ve yüzey örtüsüne göre değişiklik gösterir. Örneğin kar ve buz ile kaplı yüzeylerin albedo oranı yüksektir. Kar ve buzla kaplı bir araziye gelen güneş ışınlarının %80-90 civarı geri yansır. Buna karşılık ormanlık alanların albedo oranı oldukça düşüktür. Ormanlık bir alana düşen güneş ışınları çoğu emilir ve yalnızca %5’i geri yansır.[5] Dolayısı ile arazi kullanımındaki değişiklikler de albedoyu kürenin ısı enerjisini hapsetme miktarı - Sera etkisi Hava küre, Dünya’yı saran bir gaz karışımıdır. Milyonlarca yıl içinde hava kürenin bileşimi dengeli bir duruma gelmiştir. Bu halde, hava kürenin esas bileşeni %78’lik payı ile azottur N2. Ardından %21’lik payı ile canlı yaşamının gelişmesini sağlayan oksijen O2 gelir. Hava kürenin %0,9’u ise argon Ar gazından kürenin bu ana bileşenleri %99,9’unu oluşturmaktadır. Geriye kalan %0,1’i ise su buharı H2O, karbondioksit CO2, metan CH4, diazotmonoksit N2O, ozon O3 ve eser miktarda diğer gazlardan da bahsedildiği gibi, Güneş’ten Dünya yüzeyine gelen ışınların bir kısmı yeryüzünde emilir. Emilen bu ışınlar yeri ısıtır ve ısınan yer, ısı enerjisi yayar. Yeryüzünden salınan bu ısı enerjisinin bir kısmı hava kürede bulunan bu gazlar tarafından emilir ve tekrar salınır, böylelikle uzaya geri ışımaları engellenir. Bu mekanizma sera etkisi olarak adlandırılır Şekil 3. Bir başka deyişle, “Atmosferdeki gazların gelen Güneş ışınımına karşı geçirgen, buna karşılık geri salınan uzun dalgalı yer ışınımına karşı çok daha az geçirgen olması nedeniyle, Dünya’nın beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen doğal süreç” doğal sera etkisi olarak adlandırılır.[6]Şekil 3 Albedo ve Sera Etkisi [7]Adının da çağrıştırdığı gibi, sera etkisi hava kürenin ancak yaklaşık binde birini oluşturan sera gazlarının, tarım için kullanılan bir sera gibi ısı enerjisini hapsederek Dünya’nın ısınmasını sağlaması olarak tanımlanabilir. Sera etkisi sayesinde hava küre, Dünya’nın ortalama sıcaklığının 15°C düzeyinde kalmasını sağlayarak Dünya’yı yaşanır kılar. Hava kürenin bileşiminde doğal olarak bulunan su buharı, metan, ozon, diazotmonoksit, karbondioksit vb. gazlar sera etkisine neden olmalarından dolayı sera gazları olarak adlandırılırlar. Sera gazları atmosferde farklı miktarlarda bulunurlar. Ayrıca Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutma potansiyelleri farklı düzeylerdedir. Dolayısı ile oluşturdukları sera etkisi de bu etmenlere bağlı olarak değişir. Ayrıca bu sera gazlarının miktarlarındaki artış ya da azalış Dünya’nın ortalama sıcaklığın da artmasına veya azalmasına neden buharı, sera etkisi en yüksek olan gazdır. Ancak Dünya'nın sıcaklığını belirlemez. Aksine, esas olarak okyanus yüzeyinden buharlaşarak oluştuğu için, sıcaklık hava küredeki su buharı miktarını belirler. Havadaki su buharı belirli bir doygunluğa eriştiğinde ise yoğunlaşarak yağışa dönüşür. Su böylelikle sürekli devinir. Hava sıcaklıklarının artması ile hidrolojik döngü olarak tanımlanan bu devinimin hızlanması sonucunda aşırı yağışlar, sel ve taşkınlar, fırtına, hortum ve kuraklıkların oluşma olasılığı artar.[8]Sera gazları içinde yüksek etkiye sahip olan diğer bir gaz metandır. Metan gazı atmosferde uzun süre kalmadan başka maddelere dönüşür. Karbondioksit ise atmosferde 50 ila 200 yıl boyunca bozulmadan kalabilir. Metan gazı karbondioksitten 20 kat daha büyük sera etkisine neden olmaktadır. Ancak karbondioksit, atmosferde metan gazından 200 kat fazla bulunması ve uzun süreler bozulmadan kalarak birikmesi nedeniyle en etkili sera ve karbon döngüsü Karbon Dünya’da en bol olan elementtir ve yaşamın temelidir. Tüm canlıların yapısında, karbon elementinden oluşan çeşitli organik bileşikler Dünya'nın sıcaklığını düzenlemeye yardımcı olur, bizi besleyen gıdalarda anahtar bir bileşendir ve ekonomik faaliyetlerimiz için en önemli enerji bir karbon C ve iki oksijen O atomundan oluşur. Atmosferin bileşiminde karbondioksit gazının oranı yaklaşık %0,04 düzeyindedir.[9] Başka bir deyişle, hacimsel olarak bir milyon birim havanın içinde yaklaşık 400 birim karbondioksit vardır. Bu düzeyde dahi karbondioksit Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutarak uzaya kaçmasını engellemek konusunda büyük etkinliğe sahiptir. Düşük yüzdesine karşılık büyük etkinliği nedeniyle, yoğunluğundaki küçük bir değişiklik bile önemli etki yaratmaktadır. Atmosferdeki karbondioksitin belirli bir düzeyde kalmasını sağlayan mekanizma karbon döngüsüdür bkz. Şekil 4. Bu döngüde, karbon atomları kimyasal ve biyolojik süreçler sonucunda hava küre, su küre ve taş küre arasında yer değiştirirler. Gezegenimiz kapalı bir sistem olduğu için, toplam karbon atomu miktarı değişmez, ancak bileşim ve yer değiştirir. Dünya’daki karbonun büyük kısmı kayalar ve toprakta depolanır. Geri kalanı ise okyanuslarda, havada ve canlı varlıklarda bulunur. Bunlar karbonun yer değiştirdiği ortamlardır. Canlı varlıklar öldüğünde ve çürüdüğünde, yanardağlar patladığında ve fosil yakıtlar yandığında karbon tekrar havaya karışır. Karbon havada karbondioksit formunda içeren bir madde oksijen ile kimyasal tepkimeye girdiğinde ısı, su buharı ve karbondioksit ortaya çıkar. Bu tepkimeye yanma adı verilir. Canlıların solunumu da bitkilerin çürümesi de kömürün alev alması da yanma fotosentez yapması ile de havadaki karbon tekrar canlı varlıklara geçmiş olur. Özellikle ormanlar havadaki karbonu emen yutak alanları işlevi görürler. Orman varlığının azalması havadaki karbondioksit konsantrasyonunun artmasına neden yüzeylerinde ise sürekli hava ile karbon alışverişi vardır. Ayrıca, deniz canlılarının dibe çöken kalıntıları sayesinde çokça karbon okyanus tabanında 4 Karbon döngüsüSonuç olarak karbondioksit, iklimi, Dünya’dan salınan ısı enerjisini tutarak sera etkisi oluşturduğu ve hava küredeki yoğunluğunun değişimi sıcaklık değişimine neden olduğu için yaşanan iklim değişikliği nedir? Dünya’nın doğal dinamikleri bin yıllarla ölçülen zaman dilimlerinde küresel iklimin değişmesine neden olmuştur. İklim değişiminin en belirgin etkisi küresel ortalama sıcaklığın artması, yani küresel ısınmadır. Sanayi devriminin başlangıcı olan 19. yüzyıldan itibaren Dünya’nın ortalama sıcaklığı yaklaşık 1 °C artmıştır. Üstelik bu sıcaklık artışının üçte ikisi son 50 yılda gerçekleşmiştir Şekil 5. Doğal iklim değişimlerine kıyasla çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşen bu sıcaklık artışı, toplumsal ve ekonomik faaliyetler sonucunda doğanın değiştirilmesinden kürede ölçülen karbondioksit değerleri ölçümlerin başladığı 1958 yılından beri sürekli artış göstermiştir. 1958 yılında 316 ppmv[10] olan karbondioksit birikimi bugün yaklaşık 414 ppmv düzeyine yükselmiştir. Bu ölçülen değerler ile kutup bölgelerinde binlerce yıldır donmuş halde bulunan buz çekirdekleri üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda hesaplanan tarihsel karbondioksit yoğunluğu değerleri birleştirilerek hava küredeki karbondioksit miktarının kaydı oluşturulmuştur. Bu kayda göre, sanayi devrimi öncesinde havadaki karbondioksit miktarı 280 ppmv civarındadır.[11] Kayıtlar ayrıca, günümüzdeki karbondioksit yoğunluğunun, Dünya’nın son 3 - 5 milyon yıllık tarihi boyunca hiç bu kadar yüksek olmadığını göstermektedir.[12]Şekil 5 1880-2020 yılları arasında küresel yüzey sıcaklığı ortalamasının değişimiBu artışın nedeni karbon döngüsünün bozulmuş olmasıdır. Karbon döngüsü, fosil yakıtların yakılması, sanayi süreçleri ve ormanların tarım ve başka arazi kullanımı amaçlarıyla tahrip edilmesi sonucunda değişikliğe uğramıştır. Bilimsel araştırmalara göre günümüzde, karbondioksit, son 600 bin yılın karbon döngüsünde olduğundan 14 bin kez daha hızlı havaya salınmaktadır.[13] Karbondioksit doğal yollardan bu hızda tekrar kayalar, okyanuslar ve canlı varlıklar tarafından emilemediği için havadaki yoğunluğu hızla yanı sıra, atmosferdeki diazotmonoksit ve metan gazı yoğunluğu da artış göstermiştir. Diazotmonoksit büyük oranda tarımsal gübrelerin kullanımından kaynaklanır. Metan ise kömür, petrol ve doğalgaz çıkarılması ve taşınması süreçlerinin yanı sıra, tarımsal faaliyetler ile çöp depolama ve atıksu arıtma işlemleri sonucunda meydana gelir. Hiçbir önlem alınmadığı halde, havadaki karbondioksit yoğunluğunun bu yüzyıl bitmeden sanayi devrimi öncesi yoğunluğunun iki katına çıkacağı öngörülmektedir. Milyonda 560 parça anlamına gelen bu yoğunluğun sera etkisinden dolayı 1,5 ila 4,5 °C arasında sıcaklık artışına neden olabileceği öngörülmektedir.[14]İklimde gözlenen değişiklikler ve beklenen etkileri Bir yılın sıcak ve kurak geçmesi tek başına iklimin değiştiğini göstermez. Ancak üst üste yıllar boyunca sıcak ve kurak yılların yaşanması iklim değişikliğinin işareti olabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar hava olayları ile iklim değişikliğinin ilgisini ortaya koymaktadır. İklim çalışmaları, gerçek ölçümlerin bulunmadığı zaman dilimlerindeki koşulların çeşitli bilimsel yöntemlerle hesaplanmasına ve gelecekteki koşulların tahmin edilmesine dayandığı için olasılık ve güvenilirlik düzeleri ile ifade gazlarının atmosfer üzerindeki etkisi, küresel sıcaklık artışının yanı sıra hava basıncı değişimleri, hava hareketlerindeki, yağış rejimlerindeki değişim ve nemlilik olarak sayılabilir. Tüm bu değişimler sonucunda, hidrolojik döngünün değişmesi, su kaynaklarının hacminde ve kalitesinde azalma, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık ve seller, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi, yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların ve zararlıların artması sonucunda dünya ölçeğinde ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli değişikliklerin yaşanması değişikliğinin etkileri bu bölümde aksi belirtilmediği durumlarda IPCC’nin 2014 yılında yayımlamış olduğu Beşinci İnceleme Raporu’na dayanmaktadır.[15]Küresel etkileri İklim değişikliği nedeniyle oluşan sıcaklık artışı Dünya’nın her yerine eşit olarak dağılmamaktadır. Ancak geçtiğimiz üç on yıl art arda 1850’den beri kaydedilen en yüksek sıcaklıklara sahne olmuştur Şekil 6. Hava kürenin yaşamın ve hava olaylarının oluştuğu en alt katmanı olan troposfer, 20. yüzyılın ortalarından beri kesin olarak ısınmıştır. Kuzey Yarım Küre’de 1983-2012 dönemi son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olmuştur orta güvenilirlik.1950’den beri dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen sıcak hava dalgalarının sıklığının ve sıcak gün ve gecelerin sayısının arttığı tahmin edilmektedir yüksek olasılık. Şekil 6 Küresel sıcaklık değişimleri [16]Kuzey Yarımküre karalarında yağışlar, 1901’den beri artmıştır 1951 öncesi için orta güvenilirlik, sonrası için yüksek güvenilirlik. Kuvvetli yağış olaylarının sıklığı ya da şiddetinin Kuzey Amerika ve Avrupa’da arttığı tahmin edilmektedir Şekil 7.Şekil 7 Doğrusal regresyon trend hesaplamalarına göre, a 1901-2010 ve b 1951-2010 dönemlerinde gözlenen yağış değişikliklerinin alansal dağılış desenleri [17]Sıcaklık ve yağış rejimindeki değişim tarımı etkileyecektir. Bazı bölgelerde sıcak ve kurak iklim hâkim olurken bazı bölgelerde aşırı yağışlar oluşacaktır. Isınan yüksek enlem kuzey bölgelerinde tarımsal üretim sezonu uzarken tropikal bölgelerde kuraklık ve aşırı sıcak nedeniyle gıda üretimi tehlikeye düşecektir. Hava kürede biriken karbondioksit nedeniyle okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık %30’unu emerek asitlenmiştir.[18] Hava kürede depolanan ısı enerjisinin de %90’ını okyanuslar emmekte ve dolayısıyla ısınmaktadır.[19] Sıcaklığın daha fazla arttığı bölgelerde buharlaşmanın artması okyanuslarda yerel tuzlanmaya neden olmaktadır. Okyanuslardaki bu değişimler canlı yaşamını olumsuz etkileyerek türlerin yok olmasına ya da göç etmesine neden ve Antarktika buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmiştir yüksek güvenilirlik. Küresel ortalama deniz seviyesi ise 1901-2010 döneminde 19 cm yükselmiştir. 2100 yılına gelindiğinde 190 milyon nüfusun bugün sular altında kalma tehlikesi ile yüz yüze olan kıyı bölgelerinde yaşıyor olacağı öngörülmektedir.[20] Pasifik okyanusundaki küçük adalardan bazıları ise şimdiden deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle toprak kaybıyla karşı karşıyadır. Deniz seviyesinin yükselmesi suların altında kalacak kıyı alanlarının yanı sıra, taşkın ve sellerin artması, kıyıya yakın tatlı su kaynaklarının tuzlanması, toprağın tuzlanması nedeniyle tarımsal üretimin zarar görmesi gibi etkiler oluşturacaktır. Diğer taraftan kıyı erozyonu nedeniyle kıyıya yakın insan yerleşimleri ve yaşam alanı kıyılarda yer alan sulak alanlar olan kuşlar, memeli hayvanlar, balıklar ve bitkiler deniz seviyesinin yükselmesinden zarar görecektir. Türkiye’ye etkileri Türkiye’nin de içinde yer aldığı Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerin başındadır. İklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerinin, yazın artan sıcaklıklar, batı bölgelerde azalan kış yağışları, su kaynaklarının azalması, orman yangınlarının artması, erozyon, tarımsal verimde değişiklikler, kuraklığın artması, toprak bozulması, kıyı erozyonu, ani yağışlar nedeniyle sel ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, sıcak dalgalarına bağlı ölümler ve sivrisinek, kene gibi taşıyıcılarla yayılan hastalıklarda artışlar şeklinde olacağı tahmin 1971-2000 yılları arasındaki verilere göre ortalama sıcaklık 13,2 °C’dir. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren sıcaklıklar artmıştır. Türkiye’de ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 2-3 °C artacağı tahmin edilmektedir. Bu sıcaklık artışının batı bölgelerinde 6 °C’ye kadar yükselebileceği öngörülmektedir.[21]Sıcaklık artışı ve kuraklıkla birlikte Türkiye’de doğal nedenlerle oluşan orman yangınları da daha sık yaşanır olmuştur. Türkiye genel olarak az yağış alan bir coğrafyadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile karasal iklime sahip İç ve Orta Anadolu Bölgeleri çölleşmeye yatkındır. İklim değişikliğinin etkilerinden dolayı Akdeniz Havzası çölleşmeye daha yatkın hale de gelmektedir.[22] İklim değişikliğine bağlı olarak mevsimlik ve yıllık yağışlardaki azalmanın güneyde ve Orta Anadolu’da kuraklığa neden olabileceği, bu bölgelerin gelecekte daha kuru bir iklime sahip olabileceği öngörülmektedir. Karadeniz Bölgesi’nde yağışların %10 ila 20’lik artış göstermesi, güneyde ise %30’a kadar azalması beklenmektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak Türkiye’nin Ege kıyısında Gediz ve Büyük Menderes Havzalarındaki yüzey sularının %50’sinin bu yüzyıl içinde yok olabileceği tahmin edilmektedir.[23] Yağışların azalmasına bağlı olarak kuraklığın artmasından dolayı, su kaynaklarının azalması ve tarımsal verimin düşmesi beklenmektedir.[24] Bazı mevsimlerde yağışların sağanak ve gök gürültülü sağanak şeklinde gerçekleşebileceği tahmin edilmekte, Güneybatı Anadolu, Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu bölgelerinin sel ve taşkın bağlantılı heyelan ve toprak kayması gibi arazi değişimlerinden daha fazla etkilenebileceği öngörülmektedir.[25]Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’de 2017 yılında 598, 2016 yılında 654, 2015 yılında ise 731 meteorolojik afet gözlemlenmiştir. Bu üç yıl, 1940’lardan beri en çok meteorolojik afetin görüldüğü yıllar olmuş ve yaşanan meteorolojik afetlerin ortalama %80’inden fazlası fırtına, şiddetli yağış/sel ve dolu afeti olarak gerçekleşmiştir.[26] Türkiye’de özellikle kuraklık, sel ve taşkınlar, fırtınalar, heyelan, toprak kayması, çamur akması vb. gibi doğal afetlerden etkilenebilirliği, yani bu afetlerin kentsel ve kırsal alanlara vereceği zararlar konusunda yapılan araştırmalar günden güne artmaktadır. Bununla birlikte iklim değişikliğinin etkileri şimdiden, özellikle planlama ve tasarımdan yoksun rant odaklı yapılaşma nedeniyle beton ve asfaltla kaplanan kentsel alanlarda, şiddetli yağış ve fırtınaların yıkıcı etkileri taşkın ve seller şeklinde öngörüleri Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından da ortaya konan bilimsel araştırmalar havanın yaklaşık 1 °C’lik artışının etkilerini ortaya koymaktadır.[27] 2 °C’lik bir sıcaklık artışının ise bazı alanlarda geri dönülemez etkileri olacağı öngörülmektedir. Araştırmalar, iklim değişikliğini güvenli düzeyde tutmak için ısınmanın 1,5 °C ile sınırlanması gerektiğini ileri sürmektedir.[28] Elbette bu tahminde “güvenli düzey” küresel ekonominin iklim değişikliğinden en az etkilendiği durum ve 2015 yılında kabul edilen Paris Anlaşması’nda devletlerin üzerinde uzlaşabildikleri üst ısınma limiti olarak karşımıza göre, bugün tüm ekonomiyi ve toplumsal yaşamı durdursak ve sera gazı salımını tamamen engellesek bile hava 0,6 °C daha ısınacaktır. Eğer sera gazı salımları mevcut şekilde devam ederse, küresel ısınmanın 2030 ile 2052 yılları arasında 1,5°C sınırını geçmesi beklenmektedir. Bu sınırı geçmemek için küresel emisyonların 2030 yılında 2010 yılına göre yüzde 45 azaltılması ve 2050 yılında sıfırlanması gerekmektedir.[29]Emisyonların sıfırlanması, mevcut emisyonların azaltılması ve kalan emisyonların ise giderilmesi anlamına gelmektedir. Bunun için enerji, sanayi, tarım, konut, ulaştırmadan kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının 2050 yılına gelindiğinde 2010 yılına göre %75-90 oranında azaltılmış olması gereklidir.[30] Kalan emisyonların giderilmesi için gerek tahrip olmuş ormanların yeniden tesisi gerekse yeni ormanlar oluşturulması veya teknolojik çözümler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu teknolojik çözümler havadaki karbondioksiti tutacak ve hapsedecek mühendislik ve biyoteknoloji uygulamalarıdır. Ancak henüz yaygın ölçekte kullanılabilen bir karbon tutma teknolojisi geliştirilmiş değildir. Karbon tutma ve depolama teknolojilerinin yaygınlaşması, uygulanacak teknolojinin maliyetine ve bu alanda oluşacak piyasanın etkinliğine terk her geçen gün arazi rantı ve madencilik, enerji, ulaştırma gibi amaçlarla daha fazla tahrip edildiği dünyamızda karbon gideriminin yeni ormanlar oluşturulmasına bağlanması da zor bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan, ormanlaştırma uygulamalarının da iklim değişikliği üzerinde karmaşık etkileri olabileceğine dair tartışmalar sürmektedir.[31]Sera gazları hangi faaliyetlerden kaynaklanıyor? Enerji, sınai üretim, kentleşme, ulaşım ve tarım sera gazı emisyonlarının oluştuğu sektörlerdir. Şekil 8’de sera gazlarının kaynaklandığı sektörler ve oranları gösterilmektedir. Buna göre, tarım, ormancılık ve arazi kullanımı dışında kalan tüm sektörlerden kaynaklanan sera gazları, fosil yakıtlara dayanmaktadır. Bitki ve hayvansal maddelerin milyon yıllar içinde yüksek basınç altında kalmasıyla fosil yakıt olarak adlandırdığımız kömür, petrol ve doğalgaz oluşur. Bu fosil yakıtlar, elektrik üretiminde, ısı üretimi için sanayide, motor yakıtı olarak ulaşımda ve ısınma için evlerde kullanılırlar. Dünyada kullanılan enerjinin %85’i fosil yakıtlardan elde edilmektedir[32] ve hava kürede biriken karbondioksitin %77’si fosil yakıtların yanmasından kaynaklanır. Fosil yakıtlar dışında ise, sanayide kimyasalların üretiminde, metal ve minerallerin işlenmesinde sera gazları ortaya çıkabilir. Örneğin, kireçtaşından çimento üretilirken ortaya karbondioksit çıkar. Çimento sanayisi küresel sera gazlarının %8’inden sorumludur ve bu emisyonların yarısı fosil yakıtlardan değil üretim sürecinden kaynaklanmaktadır.[33] Diğer bir örnek ise, atık depolama ve arıtma tesislerinde oluşan karbondioksit, metan ve diazotmonoksit 8 Sektörlere göre sera gazı emisyonu oranları [34]Tarım, ormancılık ve arazi kullanımı sektörünün emisyonları ise büyük oranda tarım ve hayvancılıktan kaynaklanmaktadır. Gerek azotlu gübreler gerekse hayvan gübrelerindeki azot içeren bileşiklerin bitkinin kullanamadığı kısmı diazotmonoksit olarak havaya karışır. Ayrıca, hayvanların sindirim faaliyetleri sonucunda metan gazı havaya salınmaktadır. Ormanlar, havadaki karbondioksiti emen “yutak alanları” olmaları dolayısıyla en büyük karbon depolarıdır. Ağaçların kesilmesi ve yakılması ile ormanlarda depolanan karbon tekrar havaya salınır. Ayrıca, kesilen ağaçlar nedeniyle yutak alanları küçülmüş olur ve bu nedenle karbondioksit havada birikir. Ormanlar, kereste ve odun elde etmek, tarım alanı açmak, maden çıkarmak, yol ve yenilenebilir enerji tesisleri inşa etmek için sürekli tahrip edilmektedirler. Ulaştırma sektörü toplam sera gazlarının %14’ünden sorumludur.[35] Kilometre başına en fazla emisyona neden olan havacılık sektörü tüm emisyonların yaklaşık %2’sinden sorumludur. Karayolu taşımacılığı ise ulaştırma sektörü emisyonlarının %72’sini oluşturur.[36] Aynı mesafeyi kat etmek için demiryolu ile yapılan bir yolculuk, karayoluna oranla 10 kata kadar daha az emisyona neden olabilmektedir.[37]Binalarda ise fosil yakıtlar ısınma, yemek pişirme ve su ısıtma amaçlarıyla kullanılır ve tüm sera gazı emisyonları içinde %6’lık paya sahiptir.[38]Sera gazlarının ani artışının nedeni nedir? İnsan, doğal çevre ile sürekli etkileşim halindedir ve evrimsel olarak ortaya çıkışından bu yana, doğal kaynakları kendi ihtiyaçları için kullanmıştır. Neolitik dönem ile görece artışa geçen, yine de Ortaçağ’ın sonlarına kadar oldukça yerel ölçekte kalan insan-doğa etkileşimi, kapitalizmin doğuşu ile yavaş yavaş Dünya’ya yayılmaya başlamıştır. Sanayi devrimiyle birlikte üretimin hem boyutunda hem de yoğunluğunda hızlı bir artış gerçekleşmiştir. Dünya ekonomisinin büyümesi, kapitalizmin tüm coğrafyalara yayılması ve emperyalist sömürünün yoğunlaşması insanların ve doğal kaynakların sömürülmesine neden olmuştur. Bu sömürünün sonucunda, başta iklim değişikliği olmak üzere, pek çok küresel çevre sorunu ortaya ve karbon ekonomisi birlikte gelişmiştir. Başlangıçta kömürle çalışan buhar motorları sonraları elektriğe geçiş yapmıştır. Ulaşımda benzin ve dizel motorlu taşıtlar kömürlü lokomotiflerin yerini almış, bireysel motorlu taşıtlar ve karayolu taşımacılığı yaygınlaşmıştır. Isınmak için doğalgaz evlerimize kadar gelmiştir. Tüm bunlar kapitalist ekonominin büyümesini sağlamış; kömür, petrol ve doğalgazın çıkarılmasında ve enerji kullanımında ani bir artış oluşturmuştur.[39]Kapitalizm pazar ekonomisinin büyümesine ve kâr maksimizasyonuna dayalı bir sistemdir. Ekonominin büyümesi, toplumsal ihtiyaçlardan bağımsız olarak her geçen gün daha fazla doğal kaynağın hammaddeye dönüştürülmesini ve üretime sunulmasını gerektirmektedir. Şirketler daha fazla zenginleşmek için kamu yararı ve uzun dönemli çevresel etkileri dikkate almaksızın doğayı kullanmaktadır. İklim değişiminin en önemli etmeni olan karbondioksit, içinde yaşadığımız kapitalist üretim biçiminin temelini oluşturmaktadır. Kapitalizmin Dünya’yı içine ittiği bozulmayı gören çevreler kapitalist ekonominin karbondan bağımsızlaştırılması gerektiğini, yani çevreci bir kapitalizm kurulmasını savunmaktadır. Kapitalizmin toplu taşımadan, elektrikli araçlardan, rüzgâr türbinlerinden, güneş panellerinden kâr elde edilen “yeşil” bir sisteme dönüştürülmesiyle iklim değişikliğinin önüne geçilebileceği iddia edilmektedir. Kapitalist rekabet ortamında, otomotiv ve petrol şirketleri gibi tekellerin bu “yeşil” önlemleri benimsemesi gerçekçi görünmemektedir. Tarih kapitalizmin kâr odaklı doğasının emeği ve doğayı ekonomik kazanç uğruna sömürmeyi bırakamayacağını yeşil politikaları benimsedikleri konusunda göz boyayan kampanyalar yürütmektedir. Karbon ayak izi hesaplamaları, sürdürülebilirlik raporlamaları, düşük karbonlu teknolojilere geçiş, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kullanımı ile iklim değişikliğine engel olmak için sorumluluk aldıklarını iddia etmektedirler. Böylelikle tüketicilerin kendi ürünlerini tercih etmesini ve şirket değerinin yükselmesini sağlarlar. Sonuç olarak bu görünüşleri yine kârlarını artırma amacı taşımaktadır. Sera gazlarından herkes eşit derecede sorumlu mu? Sera gazları, özellikle de karbondioksit hava kürede uzun süreler kaldığı için tarihsel emisyon miktarlarına bakmak anlamlı sonuçlar doğurmaktadır. 1850 – 2000 yılları arasında havaya salınan toplam sera gazı emisyonları %30 ABD, %27 AB, %8,2 Rusya, %7,2 Çin ve %4 Türkiye’nin sorumluluğundadır. Görüldüğü gibi, zengin emperyalist ülkelerin iklim değişikliği üzerinde etkisi büyüktür.[40]2005 yılı itibarıyla Çin, ABD’yi geçerek dünyanın en büyük emisyon üreticisi haline gelmiştir.[41] Ancak kişi başına düşen emisyon miktarı hesaplandığında ABD hala Çin’den üst sırada yer almaktadır. Çin’de üretilen malların ABD’ye ihracı de hesaba katıldığında kişi başına düşen emisyon farkı daha da başına düşen emisyon miktarı 17 ton olan Avustralya’yı 16,2 ton emisyon ile izleyen ABD’de kişi başına düşen emisyon miktarı küresel ortalamanın 3 katıdır. Dünyanın en düşük gelir düzeyi grubundaki ülkelerde kişi başına 0,3 ton olan emisyon miktarına göre ise 50 kat daha fazladır. Düşük gelir düzeyi grubundaki ülkeler, tarih boyunca Avrupa ve ABD’nin sömürüsü altında kalan Afrika ülkelerinden başkası değildir. Bununla birlikte iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan ülkeler de tarihsel sorumluluğu en düşük olan bu ülkelerdir Şekil 9.[42]Emperyalist hiyerarşinin ötesinde, sera gazı emisyonları toplum içinde sınıfsal olarak da farklılaşmaktadır. Örneğin ABD’de en zengin %1’lik kesimin kişi başına düşen emisyonları, en yoksul %10’luk kesime kıyasla, 175 kat daha fazladır.[43] Bununla birlikte en yoksul %10 iklim krizinden dolayı göçle, tarımsal verimin düşmesine bağlı gıda sıkıntısı ve gıda fiyatlarının artması ile, iklim değişikliği nedeniyle yangın, fırtına, sıcak hava dalgası, kuraklık ve susuzluk gibi aşırı hava olaylarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Yoksulluğun yakıcı sonuçları, iklim değişikliğinin bu sayılan etkileri nedeniyle daha da derinleşmektedir.[44]Dünya nüfusunun en zengin %11’i karbon emisyonlarının yarısından sorumludur.[45] Dünya emekçileri ve yoksulları ise sadece sonuçlar ile karşı karşıya 9 İklim değişikliğinden sorumlu olan ve etkilenen bölgeler [46]Emperyalist devletler tarafından kışkırtılan savaş ve çatışma ortamı da iklim değişikliğine büyük katkıda bulundan etmenler arasındadır. Savaşın yıkıcılığının ve askeri araçların tükettiği fosil yakıtların yanı sıra savunma sanayii emisyonları da önemli bir emisyon kaynağı oluşturmaktadır. Çoğu durumda savunma sanayii çevresel standartlardan muaf tutulduğu ve verilerini sır olarak tuttuğu için net emisyonları bilinememektedir. Bununla birlikte, Dünya’nın 80’den fazla ülkesinde deniz aşırı askeri operasyonlar yürüten ABD Savunma Bakanlığı Dünya’da en fazla sera gazı emisyonuna sahip kurumdur ve yalnızca 2017 yılı emisyonları İsveç, Danimarka ve Portekiz gibi ülkeleri geride bırakmıştır.[47] Diğer taraftan iklim değişikliğinin etkilerinin en fazla hissedildiği coğrafyalarda özellikle su gibi doğal kaynakların kontrolü temelli çatışmaların daha da artacağı, kıtlığa ve çatışmalara bağlı olarak iklim göçlerinin yaşanacağı yapılıyor? Ne yapılmıyor? Neden? Sıcaklık artışını yavaşlatmak için emisyonların azaltılması konusunda iklim değişikliği politikaları ortaya konmaktadır. Bu politikalar, emisyonların kaynaklandığı sektörlerde karbon azaltımı sağlanması için alınması gereken önlemler veya teknolojik değişiklikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, iklim değişikliğinin gözlenen ve beklenen etkilerinden zarar görmemek için de bu etkilere uyum sağlanması için önlemler sektöründe yenilenebilir enerjinin payının artırılması, ulaşımda toplu taşıma, bisiklet ve elektrikli taşıtların özendirilmesi, binalarda mantolama ve tasarruflu elektrikli ev aletleri ile enerji verimliliğinin artırılması, beslenmede sera gazlarına neden olan kırmızı et gibi ürünlerin yerine tahıl tüketilmesi gibi politika önlemleri iklim değişikliğini durdurmanın yolu olarak önerilmektedir. Kapitalist üretim biçiminde tüm bu yenilikler şirketlere yeni kâr olanakları oluşturmanın bir bahanesini de ortaya iklim değişikliği esas olarak kapitalist tarzdaki üretimden kaynaklanmaktadır. Bu doğrultuda ekonominin krizde olduğu dönemlerde üretimin ve taşımacılığın azalmasıyla karbondioksit emisyonlarında da azalma gözlenmektedir. Kapitalizmde üretim, toplumsal ihtiyaçlara göre değil, şirketlerin kârlarına göre şekillendiğinden üretimin planlandığı bir ekonomik modelde olacağından çok daha fazla sera gazı emisyonu havaya salınmaktadır. Tarihsel olarak iklim değişikliğine katkısı yüksek olan şirketler günümüzde emisyon azaltımına yönelmiş gösterilmektedir. Örneğin, karbon emisyonu salımında ilk 100 şirket arasında yer alan General Electric yenilenebilir enerji pazarının önemli aktörlerindendir ve dünyanın her köşesine rüzgâr türbini satmaktadır. Benzer şekilde, dünyanın en büyük 6 petrol şirketi BP, Shell, Chevron, Total, Eni ve ExxonMobil de toplam bütçelerinin %1’ini yenilenebilir enerji yatırımlarına ayırmaktadır.[48]Ancak yenilenebilir enerji de iklim değişikliği açısından sanıldığı kadar masum değildir. Rüzgâr türbinleri, küçük hidroelektrik santralleri ve güneş panelleri genellikle ormanlık alanlarda ve koruma alanlarında kurulmaktadır.[49] Bu tesislerin yapılması için açılan yollar ve inşa edilen binalar nedeniyle binlerce ağaç kesilmektedir. Bu ağaçların kesilmesiyle, ormanların havadaki karbondioksiti emme potansiyeli azalmaktadır. Ayrıca, bu enerji tesislerinde kullanılan ekipman ve yapı malzemelerinin üretiminde yine önemli ölçüde sera gazı oluşmaktadır. Rüzgâr türbinlerinin kanatlarında kullanılan özel alaşımlı çeliğin üretilmesi, güneş panellerinde kullanılan nadir elementlerin madenciliği, türbin direkleri ve HES su alma yapılarında kullanılan beton gibi özellikli üretim süreçleri bu alandaki sera gazı kaynaklarından bazılarıdır. Yenilenebilir enerji projeleri, devlet teşvikleri ve alım garantileri nedeniyle sermaye için yeni bir kâr kapısı oluşturmaktadır. Projeler, ihtiyaca bakılmaksızın çevresel etkileri göz ardı edilerek hayata geçirilmektedir.[50]İklim değişikliğinin engellenmesi için önerilen politika önlemlerinin pek çoğu bireysel tüketici davranışlarının devletler tarafından yönlendirilmesine dayandırılmaktadır. Örneğin, dünyanın pek çok ülkesinde, akaryakıtlara yüksek oranda vergi uygulanmaktadır. Hatta benzine göre daha fazla karbon emisyonuna neden olduğu için dizel yakıtlara daha fazla vergi uygulanmakta ve fiyat baskısı ile halk “daha çevreci” olan yakıtlara yönlendirilmektedir. Hanelerin yenilenebilir enerji sağladığını iddia eden enerji dağıtım şirketlerinden yüksek fiyatlarla “yenilenebilir enerji” satın almasına yönelik düzenlemeler uygulanmaktadır. Avrupa’nın pek çok kentinde, kent merkezine özel araçların girişi konusunda caydırıcılığı olması için yüksek geçiş ücretlerinin ödenmesi gerekmektedir. Yine yüksek otopark ücretleri uygulanarak toplu taşıma özendirilmektedir. Elbette toplumun ayrıcalıklı sınıfları tarafından ücreti ödenerek bu kısıtlamaların aşılması mümkündür. Ancak bu yöntemlerle dar bütçeli emekçiler için kent yaşamı açıkça hiyerarşi bugün yaşanan tüm çevre sorunlarının merkezinde durmaktadır. Üretilen mallar, emeğin ve hammaddenin ucuz olduğu bölgelerden gelişmiş kapitalist ülkelere doğru akmaktadır. Uluslararası şirketler üretimi en çok kâr sağlayabilecekleri koşullara sahip coğrafyalarda gerçekleştirmekte ancak üretilen mallar batının zengin ülkelerinde tüketilmektedir. Uluslararası ticaretin neden olduğu yük taşımacılığı böylece önemli bir emisyon kaynağı meydana getirmektedir. Emperyalist küreselleşme sonucunda büyüyen yük taşımacılığı dünyadaki toplam sera gazı salımının %7’sini oluşturmaktadır. Şehirlerde tüketilen enerji ve emisyona neden olan üretim, kent planlaması ile doğrudan ilişkilidir. Şehrin alan ve nüfus bakımından büyüklüğü günlük ulaşımda motorlu taşıtları zorunlu kılmakta, ev, iş, boş zaman faaliyetleri için kat edilmesi gereken mesafe alanla birlikte artmaktadır. Büyük şehirlerde orta ve üst gelir düzeyine sahip nüfus şehrin eteklerinde yer alan lüks mahallelere göçmektedir. Bunun sonucunda hem mesken boyutları büyüdüğü için ısıtma ve soğutma nedeniyle, hem de bu nüfusun bireysel taşıtlarıyla kent merkezine günlük seyahati nedeniyle oluşan sera gazları artmaktadır. Emekçilerin şehir içi ulaşımını sağlayan toplu taşıma sistemleri de kat edilen uzun mesafeler nedeniyle sera gazı salımına neden olmaktadır. Şehirlerde, toplu taşıma filolarının enerji verimli ve düşük karbonlu araçlarla yenilenmesi, düşük karbonlu yakıtlara geçilmesi, hususi otomobillere ihtiyacın azaltılması, bisiklet, yürüme ve toplu taşıma gibi alternatif ulaşım yöntemlerinin özendirilmesine yönelik tedbirler uygulanmaya konulmaktadır. Ancak şehir ölçeğinin küçültülmesi, kat edilecek mesafelerin kısaltılması veya nüfus hareketinin azaltılmasına yönelik tedbirler göç ve yapılaşma nedeniyle büyümesi de başka bir sera gazı kaynağıdır. Yapı malzemeleri üretimi sera gazı salımı içinde büyük paya sahiptir. Şehirlerde yeni inşaat projeleri halkın ihtiyacına göre değil, sermayenin çıkarlarına göre gerçekleştirilmektedir. İnşaata dayalı ekonomilerde yatırım adı altında rant amacıyla yeni konutlar ve mahalleler inşa edilmektedir. Bu konutlar ve mahalleler, yeni yolları, yeni altyapı yatırımlarını da zorunlu kıldığı gibi mobilya, beyaz eşya gibi dayanıklı tüketim malları üretimini de sera gazı salımına katkıda bulunan bir diğer sektör kentsel altyapıdır. Özellikle elektrik, gaz şebekeleri, su ve atıksu şebekeleri sera gazı emisyonlarının şekillenmesinde kritik önem taşımaktadır. İçme suyu, atıksu ve katı atık hizmetlerinin karbon yoğunluğu, depolama sahalarında oluşan metan gazı sera gazı salım miktarını yerel düzeyde etkilemektedir. Kentsel altyapı ile ilgili alınabilecek tedbirler uzun vadeli planlama gerektirmektedir. Oysaki, yerel yönetimler çoğunlukla kentsel altyapının dönüştürülmesi için ulusal bütçeden yeterli kaynak edinememekte ve ulusal ve uluslararası finans kuruluşlarından kredi bulma yoluna gitmektedir. Yerel yönetimlerin borçlanması ile sonuçlanan bu süreçte, yatırım bedelleri hizmet bedeli adı altında halkın üzerine yıkılmaktadır. Tarım ve endüstride ise, emisyon azaltımı ve emisyondan kaçınma yöntemleri önerilmekte ancak üretimin neye hizmet için ve kimin lehine yapıldığı değişikliğinin küresel boyutu uluslararası iş birliği arayışlarını da beraberinde getirmektedir. 1992 yılında imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında taraf ülkeler iklim değişikliğinin önüne geçmek ve etkilerine uyum sağlamak için birlikte mücadele etmeyi taahhüt etmiştir. Ancak, Sözleşme'nin amaçlarına yönelik olarak 2020 sonrası iklim değişikliği rejimini belirlemeyi hedefleyen Paris Anlaşması esnek yapısı ile küresel iklim değişikliğine gerçekçi bir çözüm bulmaktan uzaktır. Paris anlaşması altında bugüne değin verilen taahhütler Anlaşma’nın hedeflediği 1,5 °C hedefini karşılamayacak düzeydedir.[51] Uluslararası iklim değişikliği politikaları, kapitalizmin krizi için yarattığı fırsatların emperyalist ülkeler tarafından anlaşılmasıyla günümüzde küresel gündemin en üst sıralarına yerleşmiştir. Yeşil ekonomi ve COVID-19 salgını sonrası “yeşil” iyileşme söylemleri sonucunda, emperyalist ülkeler iklim dostu teknolojiler adı altında sermayeleri için yeni pazarlar bulurken, iklim değişikliğinden en fazla etkilenen yoksul ülkeler ise iklim fonları adı altında elde edecekleri uluslararası finansmanın peşine düşmüştür. Sonuç olarak Paris Anlaşması’nın odağı, sera gazı emisyonlarının iklim değişikliğinin kontrol altına alınması için gerekli miktarda tutulmasının ötesinde yeni bir pazar ekonomisinin oluşumuna kaymış Günümüzde gözlemlenen iklim değişiminin Sanayi Devrimi sonrasında gerçekleşen toplumsal faaliyetlerden kaynaklanan başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının artışına bağlı olduğu artık geniş ölçekte kabul edilmektedir. Dünya’nın ikliminin değişmesinde doğal etmenler de rol oynamasına karşın iklimin bugün gözlemlediğimiz hızda ve yönde değişiyor olması bu doğal etmenlerin dışında bir faktörün varlığını doğrulamaktadır. Bu faktör kabaca “insan faaliyetleri” olarak tanımlanmakla birlikte, iklim değişikliğinin kökenini anlayabilmek için bu “insan faaliyetleri”nin ayrıntılarını incelemek motorların yaygınlaşmasından itibaren, kapitalizmin erken geliştiği batılı devletlerde sınai modernizasyon sonucunda üretimin emekle kısıtlanan düzeyinin önündeki engelin ortadan kalkması ve kapitalizmin kâr amaçlı büyümeye dayalı yapısı nedeniyle meta üretimi, enerji üretimi ve dolayısıyla sera gazı salımı artmıştır. Sera gazı emisyonları 1850-1960 yılları arasında dünya genelinde ancak özellikle ABD’de sürekli artış eğiliminde olmuştur. Bu artış eğilimi yalnızca 1930 ekonomik bunalımı, I. ve II. Dünya Savaşı sonrası ve şu an içinden geçtiğimiz COVID-19 pandemisi gibi dönemlerde kesintiye uğramakla birlikte[52], geçmişte yaşanan duraklama dönemlerinin ertesinde artış hızında yükselme görülmüştür. Ekonomiler büyüdükçe sera gazı emisyonları da buna paralel olarak artış gelinen noktada, serbest piyasa ekonomisinin iklim değişikliği ile mücadele etme ve etkilerine uyum sağlama yönünde çözümler sunabileceği ileri sürülmektedir. Kapitalizmin plansız ve kâr odaklı meta üretimi gözden kaçırılarak yalnızca bireysel tüketimin azaltılması, termik santraller yerine yenilenebilir enerji tesislerinin kurulması, ya da karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin yaygınlaştırılması önerilmektedir. Oysaki gerçek çözüm, tüm üretim ve tüketim zincirinin birlikte ele alınması ve üretimin ihtiyaca göre çevresel etkileri gözetilerek planlanmasından geçmektedir. Bu doğrultuda yeniden kurgulanacak bir toplumsal yaşam, iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının azaltılması için eşsiz olanaklar sunmakla birlikte geri çevrilemeyecek etkileri karşısında alınacak önlemler bakımından da eşitlik ve adalet değişikliğinin kontrol altına alınabilmesi için, kentlerin, doğal kaynaklar üzerindeki baskı gözetilerek iklim uyumlu altyapı ile üretim verimliliği, ulaşım ve kültürel yaşam bakımından en elverişli ölçekte tasarlanması gereklidir. Kentsel altyapı bir rant unsuru olmaktan çıkarılmalı, konutlar rant amacıyla değil, yurttaşların barınma ihtiyacını karşılama amacıyla nüfusa göre planlanarak inşa edilmeli, böylelikle çimento ve inşaat malzemelerinin doğa ve ormanlar katledilerek aşırı üretiminin önüne geçilmelidir. Sanayi üretimi şirket kârları yerine toplumsal ihtiyaçlar gözetilerek planlı gerçekleştirilmelidir. Tarımsal üretimde girdi ve ürün verimliliğinin en üst düzeyde sağlanabilmesi için üretim iklimsel ve coğrafi koşullar ile bölgesel ihtiyaçlar temelinde planlanmalıdır. Gıda tedarik zincirinde sera gazı oluşumunun azaltılması için kendine yeten bölgeler oluşturularak taşımacılık en uygun düzeye indirilmelidir. Yük taşımacılığında düşük sera gazı oluşumu bir ölçüt olarak dikkate alınmalıdır. Eşitsiz gelişime dayalı emek sömürüsünün önüne geçilerek metaların deniz aşırı dolaşımı gereklilik temelinde en aza indirilmelidir. Karayolu taşımacılığı yerine demiryolu ağının yaygınlaştırılması gibi enerji tasarrufu sağlayacak yöntemler tercih edilmelidir. Enerji üretiminde doğal çevrenin korunması esaslı bir planlama uygulanmalıdır. Aynı zamanda fosil yakıt tüketimine bağlı olmayan bir enerji politikası hayata geçirilmelidir. Emperyalizmin neden olduğu savaş ve çatışma ortamı engellenerek barış tesis edilmeli, askeri teçhizat ve operasyonlara ayrılan kaynaklar iklim değişikliğinin etkileriyle mücadeleye ve bilimsel çalışmalara aktarılmalıdır. Özel mülkiyet ortadan kaldırılarak, kâr yerine toplumsal ilerleme ve refah hedefleyen bir ekonomik model ortaya örnek olarak sayılan ancak sayılanlarla sınırlı olmayan önlemlerin hayata geçirilmesi kapitalizmin kâr odaklı doğası çerçevesinde mümkün değildir. Ancak kamu yararını ve uzun dönemli çevresel sürdürülebilirliği odağına alan sosyalist bir toplum iklim değişikliği ile mücadele için gereken yeni toplumsal düzeni [1] Türkeş, M., 2019. İklim Değişikliğinin Bilimsel Temelleri, Türkiye’ye Etkileri, İklim Değişikliği Eğitim Modülleri Serisi 1, İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Desteklenmesi Projesi iklimİN [2] Holden, J. 2011. Physical geography the basics. Routledge. [3] Türkeş, M. 2013a. İklim Değişiklikleri Kambriyen’den Pleyistosen’e, Geç Holosen’den 21. Yüzyıl’a. Ege Coğrafya Dergisi. 22 1, 1-25. [4] Türkeş, M. 2020. İklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli -I İklim, İklim Sistemi ve İklim Değişikliği Nedir, İklim Değişikliğinin Başlıca Nedenleri Nelerdir? Toplum ve Hekim, 346 457-475. [5] Robert, l., Smith & Thomas, M. Smith 2015. Elements of Ecology with Mastering biology. Pearson Education Limited. [6] Türkeş, M. 2017 Genel Klimatoloji Atmosfer, Hava ve İklimin Temelleri. Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, Kriter Yayınevi Fiziki Coğrafya Serisi No 4, ISBN 978-605-9336-28-4, xxiv + 520 sayfa. Kriter Yayınevi, Berdan Matbaası İstanbul. [7] Smith &. Smith, 2015 [8] Türkeş, 2020. [9] 2020 yılı ortalaması yaklaşık 414 ppmv, milyon hacimde bir birim. [10] Parts per million by volume, hacimsel olarak milyon birim havadaki birim gaz miktarı [11] IPCC. 2014. Climate Change 2014 Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change [Core Writing Team, Pachauri and Meyer eds.]. IPCC, Geneva, Switzerland, 151 pp. [12] WMO. 2018. WMO Statement on the State of the Global Climate in 2017. World Meteorological Organisation WMO. [13] Zeebe, R. E., & Caldeira, K. 2008. Close mass balance of long-term carbon fluxes from ice-core CO 2 and ocean chemistry records. Nature Geoscience, 15, 312-315. [14] IPCC 5. Değerlendirme Raporuna göre ortalama yüzey sıcaklığı %66 olasılıkla 1,5-4,5°C arasında, %99 olasılıkla 1°C altında ve 6°C üstünde gerçekleşmesi beklenmemektedir. IPCC, 2014. [15] IPCC, 2014. [16] IPCC, 2014. [17]IPCC, 2014. [18] Türkeş, 2019. [19] Zanna, L., Khatiwala, S., Gregory, J. M., Ison, J., & Heimbach, P. 2019. Global reconstruction of historical ocean heat storage and transport. Proceedings of the National Academy of Sciences, 1164, 1126-1131. [20] Pörtner, H. O., Roberts, D. C., Masson-Delmotte, V., Zhai, P., Tignor, M., Poloczanska, E., ... & Weyer, N. 2019. IPCC special report on the ocean and cryosphere in a changing climate. IPCC Intergovernmental Panel on Climate Change IPCC. [21] MGM. 2013. Yeni Senaryolarla Türkiye İçin İklim Değişikliği Projeksiyonları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü Matbaası, [22] Öztürk, T. ve ark. 2015. Projections of climate change in the Mediterranean Basin by using downscaled global climate model outputs. International Journal of Climatology 3514 4276–4292. DOI [23] ÇŞB. 2011. Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. [24] Öztürk, T., ve ark., 2015. [25] Turp, M. T., Öztürk, T., Türkeş, M. ve Kurnaz, M. L. 2014. bölgesel iklim modelini kullanarak Türkiye ve çevresi bölgelerin yakın gelecekteki hava sıcaklığı ve yağış klimatolojileri için öngörülen değişikliklerin incelenmesi. Ege Coğrafya Dergisi 231 1-24 [26] Kahya, C. Tarihsiz. İklim değişikliği ve afet yönetimi. Erişim tarihi [27] [28] IPCC 1,5 °C Özel Raporu. IPCC, 2018. Global Warming of An IPCC Special Report on the impacts of global warming of above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and efforts to eradicate poverty [29] Aynı eser. [30] Aynı eser. [31] Tahrip edilen ormanlık alanların yeniden ormanlaştırılması ve yeni ormanların oluşturulması ile meydana gelecek karbon gideriminin miktarı konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre yıllık toplam emisyonların yaklaşık yarısı yok edilen ormanların tekrar tesis edilmesi ile giderilebilecektir. Ancak bu ormanlık alanlar yapılı çevreye veya tarım arazilerine dönüşmüş durumda olduğundan arazi üzerinde sosyoekonomik bir çatışma bulunacaktır. Bunun dışında ormanın tesis edildiği bölge, karbon giderimi miktarı açısından belirleyici olmaktadır. Kutuplara yakın bölgelerde oluşturulan ormanlar yavaş büyüdüğü için az emisyon tutarken tropik bölgelerde hızlı büyüyen ormanlar emisyonları daha fazla ve hızlı hapsedecektir. Öte yandan okaliptüs ve akasya gibi hızlı büyüyen ticari türlerin tercih edilmesi ile tek tip ormanlaşmaya dayalı biyolojik çeşitlilik kaybı meydana gelmesi de olasıdır. Diğer taraftan, ormanların arazi üzerinde koyu renkli bölgeler oluşturması albedo etkisini azaltacağından uzaya geri salınan uzun dalga boylu yer ışınımını azaltacaktır. Ağaçlardan salınan reçine benzeri aerosoller havada asılı damlacıklar ise bulut çekirdekleri oluşturarak orman üzerinde alçak bulutların oluşmasına ve güneş ışınlarının uzaya yansımasına neden olacaktır. Ancak aerosollerin tepkimeye girerek metan veya ozon gibi sera gazlarını oluşturma olasılığı da bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar 1850 yılından beri ormanların azalmasının bu etki nedeniyle küresel ısınmada dengeleyici bir etkiye sahip olduğunu iddia ederken, diğerleri bu etkinin abartıldığını öne sürmektedir. Sonuç olarak ormanlaştırma iklim değişikliğine karşı en önemli çözüm önerilerinden biri olmakla birlikte, etkinliği doğru uygulanmasına bağlıdır ve bilimciler hala uzun dönemli etkileri konusunda çalışmaya devam etmektedir. Marshall, M., 2020. Planting trees doesn’t always help with climate change. Son erişim [32] British Petroleum. 2018. BP Statistical Review of World Energy 2018 [33] Lehne, J., & Preston, F. 2018. Making Concrete Change. Innovation in Low-carbon Cement and [34] IPCC 5. Değerlendirme Raporu’ndan IPCC, 2014 ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından derlenmiştir. Detaylı kaynaklar rapor içinde bulunabilir. [35] EPA, 2020. Global Greenhouse Gas Emissions Data. United States Environmental Protection Agency. Son Erişim [36] IPCC, 2014 [37] Timperley, J. 2019. Eight charts show how aggressive’ railway expansion could cut emissions. [38] IPCC 2014. [39] Yıldız, T., 2020. Kapitalizm koşullarında yenilenebilir enerji ile 'temiz' kalkınma mümkün mü? Son Erişim [40] Çoban, A. 2016. “Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti”, Fevzi, Özlüer ve Aykut, Çoban Ed., Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler, 1. Baskı, İstanbul Ekoloji Kolektifi Derneği Yayınları 13-41 [41] WRI, 2019. [42] Çoban, 2016. [43] Oxfam. 2020. Confronting carbon inequality putting climate justice at the heart of the Covid-19 recovery. Son erişim [44] Türkeş, M. ve Bilir P. 2013b. Hükümetlerarası antlaşmalar kapsamında iklim değişikliğiyle savaşım yükümlülükleri ve iklim etiği. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 10. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi - Çevre Yönetimi, Bildiriler Kitabı, 12-14 Eylül 2013 Ankara. [45] Çoban, 2016. [46] Çoban’dan 2016, 2012. [47] Crawford, N. C. 2019. Pentagon fuel use, climate change, and the costs of war. Watson Institute, Brown University. [48] Murray, J. 2020. How the six major oil companies have invested in renewable energy projects. Son erişim [49] Bilim ve Aydınlanma Akademisi. 2020. Yenilenebilir enerji tesisleri doğa için tehdit oluşturabilir. 8 Nisan 2020. Son Erişim [50] Yıldız, 2020. [51] UNEP 2020. Emissions Gap Report 2020. United Nations Environment Programme Nairobi. [52] WRI 2019. Greenhouse Gas Emissions Over 165 Years. World Resources Institute. Son erişim BAA. 2020. Yenilenebilir enerji tesisleri doğa için tehdit oluşturabilir. Bilim ve Aydınlanma Akademisi. 8 Nisan 2020. Son Erişim Petroleum. 2018. BP Statistical Review of World Energy 2018Crawford, N. C. 2019. Pentagon fuel use, climate change, and the costs of war. Watson Institute, Brown A. 2016. “Toplumsal ve İklimsel Adaletsizlik Sarmalında İklim Siyaseti”, Fevzi, Özlüer ve Aykut, Çoban Ed., Doğa ve Kent Hakları İçin Siyasal Stratejiler, 1. Baskı, İstanbul Ekoloji Kolektifi Derneği Yayınları 13-41ÇŞB. 2011. Türkiye’nin İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı. Çevre ve Şehircilik 2020. Global Greenhouse Gas Emissions Data. United States Environmental Protection Agency. Son Erişim J. 2011. Physical geography the basics. 2014. Climate Change 2014 Synthesis Report. Contribution of Working Groups I, II and III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change 2018. Global Warming of An IPCC Special Report on the impacts of global warming of above pre-industrial levels and related global greenhouse gas emission pathways, in the context of strengthening the global response to the threat of climate change, sustainable development, and efforts to eradicate poverty. C. Tarihsiz İklim değişikliği ve afet yönetimi. Erişim tarihi J., & Preston, F. 2018. Making Concrete Change. Innovation in Low-carbon Cement and Concrete. M. 2020. Planting trees doesn’t always help with climate change. Son erişim 2013. Yeni Senaryolarla Türkiye İçin İklim Değişikliği Projeksiyonları, Meteoroloji Genel Müdürlüğü Matbaası, J. 2020. How the six major oil companies have invested in renewable energy projects. Son erişim 2020. Confronting carbon inequality putting climate justice at the heart of the Covid-19 recovery. Son erişim l., Smith & Thomas, M. 2015. Elements of Ecology with Masteringbiology. Pearson Education J. 2019. Eight charts show how aggressive’ railway expansion could cut emissions. M. 2013a. İklim Değişiklikleri Kambriyen’den Pleyistosen’e, Geç Holosen’den 21. Yüzyıl’a. Ege Coğrafya Dergisi. VOL. 22 1, 1-25, 2013.Türkeş, M. ve Bilir P. 2013b. Hükümetlerarası antlaşmalar kapsamında iklim değişikliğiyle savaşım yükümlülükleri ve iklim etiği. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası 10. Ulusal Çevre Mühendisliği Kongresi - Çevre Yönetimi, Bildiriler Kitabı, 12-14 Eylül 2013 AnkaraTürkeş, M. 2019. İklim Değişikliğinin Bilimsel Temelleri, Türkiye’ye Etkileri, İklim Değişikliği Eğitim Modülleri Serisi 1, İklim Değişikliği Alanında Ortak Çabaların Desteklenmesi Projesi iklimİN. M. 2020. İklim değişikliğinin fiziksel bilim temeli -I İklim, İklim Sistemi ve İklim Değişikliği Nedir, İklim Değişikliğinin Başlıca Nedenleri Nelerdir? Toplum ve Hekim, 346 2020. Emissions Gap Report 2020. United Nations Environment Programme T. 2020. Kapitalizm koşullarında yenilenebilir enerji ile 'temiz' kalkınma mümkün mü? Son Erişim 2018. WMO Statement on the State of the Global Climate in 2017. World Meteorological Organisation WMO.WRI, 2019. Greenhouse Gas Emissions Over 165 Years. World Resources Institute. Son erişim L., Khatiwala, S., Gregory, J. M., Ison, J., & Heimbach, P. 2019. Global reconstruction of historical ocean heat storage and transport. Proceedings of the National Academy of Sciences, 1164, R. E., & Caldeira, K. 2008. Close mass balance of long-term carbon fluxes from ice-core CO 2 and ocean chemistry records. Nature Geoscience, 15, H. O., Roberts, D. C., Masson-Delmotte, V., Zhai, P., Tignor, M., Poloczanska, E., ... & Weyer, N. 2019. IPCC special report on the ocean and cryosphere in a changing climate. IPCC Intergovernmental Panel on Climate ChangeIPCC. İçindekilerKüresel İklim DeğişikliğiAtmosferin Sera Gazı EtkisiKüresel İklim Değişikliği NedenleriFosil Yakıtların KullanımıOrmansızlaşmaTarım UygulamalarıŞehir Isı AdasıAtıklarKüresel İklim Değişikliği EtkileriKüresel İklim Değişikliği ile MücadeleHükümetlerarası Küresel İklim Değişikliği Paneli IPCCRio SözleşmesiKyoto ProtokolüParis İklim AntlaşmasıSivil Toplum KuruluşlarıKüresel İklim Değişikliğini Azaltmaya Yönelik ÇalışmalarKüresel İklim Değişikliğine Uyum Sağlayacak Strateji ve Politikalar Küresel iklim değişikliği lise coğrafya konuları içerisinde yer almaktadır. Bu konu ile alakalı üniversite sınavında AYT bölümünden sorular gelmektedir. Küresel iklim değişikliği, dünyada iklimlerde meydana gelen değişiklikleri kapsamaktadır. İklim doğal unsurlarla sürekli etkileşim halinde olan bir sistemdir. Yörünge ve eksen eğikliğindeki değişim, levha hareketleri ve volkanik faaliyetler iklim koşullarının değişmesine yol açabilir. İklim değişimleri uzun bir zaman içerisinde yavaş yavaş gerçekleşir. Değişimin etkileri uzun bir süre binlerce yıl içerisinde gözlemlenir. Yavaş gelişen iklim değişimleri canlıların büyük bir kısmının değişen koşullara uyum sağlamasına neden olur. Doğal süreçler ve beşeri süreçlerin etkisiyle atmosferdeki gaz bileşiminin bozulması sonucunda iklimlerde meydana gelen değişikliğe küresel iklim değişikliği denilmektedir. Atmosferin Sera Gazı Etkisi Dünya güneşten gelen ışınlardan çok, yerden yansıyan ışınlarla ısınır. Dünyadan yansıyan ışınlar atmosferdeki su buharı, karbondioksit, metan, azot oksit gibi gazlar tarafından tutulur. Bu şekilde dünya ısınır. Yerden yansıyan güneş ışınlarının atmosferdeki gazlar tarafından tutulması olayına sera etkisi denir. Atmosferin bu özelliği dünyanın aşırı ısınmasını engelleyerek 16°C ortalama sıcaklık değerine sahip olmasında atmosferin sera etkisi etkili olmuştur. Küresel İklim Değişikliği Nedenleri Küresel iklim değişikliği nedenleri, insanların atmosferdeki gazların dengesini bozması ve sera etkisine müdahalesi ile beşeri ve ekonomik faaliyetlerle atmosfere gönderilen su buharı, karbondioksit, metan, azot oksit, ve ozon gibi sera gazları küresel iklim değişikliğinin asıl nedenidir. İnsanların küresel iklim değişikliğine neden olan bazı etkileri şunlardır. Fosil Yakıtların Kullanımı Günümüz dünyasında en çok kullanılan fosil yakıtlar kömür, doğal gaz ve petroldür. Sanayi tesislerinde, enerji üretmede, ulaşımda ve konutların ısıtılmasında en çok kullanılan fosil yakıtların yanması sonucu karbondioksit ortaya çıkar. Atmosferde karbondioksit oranının artması küresel ısınmaya neden olur. Fosil yakıt kullanımının artması atmosferdeki sera gazlarının atmasına ve iklim değişikliklerine yol açar. Küresel iklim değişikliklerinin etkisinin azaltılması için fosil yakıtlarının sınırsız kullanımının kademeli olarak düşürülmesi gerekmektedir. Ormansızlaşma Ağaçlar atmosferde yer alan karbonun bir bölümünü depolayarak karbon döngüsünde önemli rol oynar. Ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi, bu nedenle karbon döngüsünün bozulması küresel iklim değişikliği üzerinde etkili olmaktadır. Tarım Uygulamaları Tarım uygulamalarının bazıları küresel iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Pirinç tarımının yapıldığı bataklıklarda bakteriler karbondioksitten daha etkili olan metan gazını üretir. Tarımda kullanılan azotlu gübreler azot oksit olarak atmosferde birikir. Tarım alanlarında anız yakılması bitki kalıntılarının yakılması karbondioksidin çıkmasına neden olur. Tüm bu tarım uygulamaları küresel iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Şehir Isı Adası Şehirlerde bitki topluluklarının zayıf olması, betonlaşmanın fazla olması, havadaki partiküllerin asılı taneciklerin fazla olması şehirleri sıcaklık ortalamasının fazla olduğu ısı adalarına dönüştürmektedir. Atıklar Atıkların gömülmesi veya yakılmasıyla ortaya çıkan gazlar küresel ısınmaya ve dolayısıyla küresel iklim değişikliğine yol açmaktadır. Küresel İklim Değişikliği Etkileri Klimatik kökenli doğal afetlerin yaşanması Meteorolojik ve hidrometeorolojik kökenli doğal afetlerin yaşanması Ekonomik ve sosyal etkilerin ortaya çıkması Buzulların erimesi Deniz seviyelerinin yükselmesi Kıyı ekosistemlerinin değişmesi Okyanus sularında asitliğin artması Biyoçeşitliliğin azalması Çölleşme Küresel İklim Değişikliği ile Mücadele Küresel iklim değişikliğine neden olan büyük ölçüde insan olduğu için, çözümde insanın elindedir. Yaşanabilir bir dünya için küresel iklim değişikliği ile mücadele hükümetlerin, sivil toplum kuruluşlarının, bilim insanlarının ve toplumdaki tüm bireylerin yerel veya ulusal sorumluluk üstlenmesi gerekir. Hükümetlerarası Küresel İklim Değişikliği Paneli IPCC IPCC Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından iklim değişimine insan etkilerini değerlendirmek amacıyla kurulmuştur. Rio Sözleşmesi 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi iklim değişiminin etkilerinin azaltılması konusunda uluslararası ilk antlaşmadır. Kyoto Protokolü Rio sözleşmesi hükümetleri bağlayıcı olmadığından dolayı 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde güncellenrek kyoto protokolünü almıştır. 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye 2009 yılında taraf olmuştur. Kyoto Protokolüne 191 ülke ve Avrupa Birliği dahildir. Kyoto Protokolü Amacı Atmosferdeki sera gazlarının oranını ülkeler 1990 yılı seviyesinin %5 altına çekecektir. Fosil yakıtlar yerine alternatif enerji kaynakları kullanılacaktır. Daha az enerji tüketen sistemlere geçilecek 2013-2020 yıllarını kapsayan taahhüt dönemi sonrası, Katar’ın başkenti Doha’da alınan kararla 2020 yılında Sera gazı salımının %18 azaltılması kararlaştırılmıştır. Paris İklim Antlaşması Paris İklim Antlaşması sera gazı salımını azaltmaya yönelik antlaşmadır. 191 ülke tarafından imzalanmış, 2016 yılında yürürlüğe girmiştir. Amaçları Küresel sıcaklık artışının 2°C altında kalmasını sağlamak Sera gazı salımını azaltmak Çevreci sürdürülebilir ekonomi politikalarına yer vermek Sivil Toplum Kuruluşları Sivil toplum kuruluşları küresel iklim değişikliğine karşı halkı bilgilendirme, kamuoyu oluşturma ve proje geliştirme gibi amaçları bulunmaktadır. Küresel İklim Değişikliğini Azaltmaya Yönelik Çalışmalar Karbon salınımının azaltılması Tüketim alışkanlığının değiştirilmesi Enerji verimliliği Ormanların korunması Geri dönüşüm Küresel İklim Değişikliğine Uyum Sağlayacak Strateji ve Politikalar Su kaynakların yönetimi Afet risk yönetimi Ekosistemlerin korunması Sağlık tedbirleri Tarım ve gıda güvenliği konularından ekstrem doğa olaylarına çalışmak için bağlantıya tıklayınız. Dünya Doğayı Koruma Vakfının World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF konuyla ilgili bağlantısı için tıklayınız. Diğer tüm canlı türleri gibi biz insanların da varlığı doğanın sağladığı imkânlara dayanıyor. Ancak küresel nüfus artışına bağlı olarak artan ihtiyaçların sürdürülmeyecek biçimlerde karşılanmaya çalışılması doğanın çok hızlı bir biçimde tahrip olmasına ve dolayısıyla doğanın sağladığı kaynakların ve işlevlerin çok hızlı bir biçimde tükenmesine yol açıyor. Bugün ekosistemler ve biyoçeşitlilik insanlık tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir hızla tükeniyor. Doğal kaynakların ölçüsüzce ve fütursuzca tüketimi insanlığın refahını ve gelecekteki varlığını tehlikeye düşürme noktasına geldi. Birleşmiş Milletler güdümlü Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu IPBES tarafından hazırlanıp Mayıs 2019’da ön özeti yayımlanan çok kapsamlı bir çevre raporu, işte bu durumu tamamen bilimsel bulgulara dayalı olarak tüm çarpıcılığıyla ortaya koydu. IPBES’in, resmi adıyla 2019 Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Küresel Değerlendirme Raporu doğanın, doğadaki ekosistemlerin ve doğanın insanlara fayda ve katkılarının durumunu inceliyor. Bununla birlikte, politika yapıcıları, hem insanlığın hem de doğanın faydasına yönelik politikalar geliştirirken ve uygularken daha bilgiye dayalı kararlar vermelerine yardımcı olacak bilgi ve bulgularla desteklemeyi amaçlıyor. 2005’te yayımlanan meşhur Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi üzerine inşa edilse de bulguları değerlendirmeye ilişkin yenilikçi yöntemler sunan IPBES raporu, şimdiye kadar bu alanda hazırlanmış en kapsamlı ve ilk hükümetlerarası onaylı rapor. Rapor 29 Nisan-4 Mayıs haftasında Paris’te toplanan 7. IPBES Kurulu’nda üye devletlerin temsilcileri tarafından imzalandı. Sıklıkla “IPCC’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli biyoçeşitlilik versiyonu” şeklinde de tarif edilen IPBES, 150 devletin üyesi olduğu hükümetlerarası bağımsız bir yapı. 2012’de bir araya gelen devletler tarafından kurulan IPBES, politika yapıcılara yeryüzündeki biyoçeşitliliğin, ekosistemlerin ve bunların insanlığa katkılarının durumu hakkında nesnel bilimsel değerlendirmeler ile bu doğal zenginliklerin korunmasına ve sürdürülebilir kullanımına yönelik araçlar ve yöntemler sunuyor. 2019 IPBES raporu 50’den fazla ülkeden, doğa bilimleri ya da sosyal bilimler alanlarından 145 uzman tarafından toplam sayısı yakın bilimsel ve resmi kaynak sistematik biçimde gözden geçirilerek son üç yıl içinde hazırlandı. Rapora 145 uzmandan başka 510 yazar daha katkı sağladı. Rapor biyoçeşitlilikte ve ekosistemlerde yaklaşık son 50 yılda meydana gelen değişimleri değerlendirirken izlenen ekonomik kalkınma yolları ile bunların doğa üzerindeki etkileri arasındaki ilişkiye dair kapsamlı bir tasvir sunuyor. Ayrıca birtakım olası senaryoların olası sonuçlarıyla ilgili öngörülerde de bulunuyor. IPBES Raporunda insanlık olarak biyoçeşitlilik kaybını durdurmak, doğanın tahribatını yavaşlatmak ve daha önce hükümetlerarası anlaşmalarla belirlenen biyoçeşitlilik, iklim ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini 2050 itibarıyla yakalamak istiyorsak her şeyin olduğu şekilde devam ettiği bir düzenin işe yaramayacağı gibi toplumları ve ekonomileri daha da risk altına sokacağı vurgulanıyor. Doğayı korumaya ve daha sürdürülebilir biçimde yönetmeye dönük politikalar ve eylemler konusunda gelişme sağlansa da bu gelişmenin doğanın tahribatına neden olan doğrudan ve dolaylı etmenleri bertaraf edebilecek düzeyde olmadığı, bunun için her alanda başlı başına birer dönüşüm niteliğindeki değişikliklere gidilmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Doğa İnsan Varlığı İçin Hayati Öneme Sahip IPBES raporunda doğa tarafından sağlanan, topluca ekosistem işlevleri ya da insan merkezli bir bakış açısıyla ekosistem hizmetleri diye adlandırılan ve insanların yeryüzünde varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilemez nitelikte olan işlevlerin önemine değiniliyor. Doğa insanlara gıda ve hayvan yemi, enerji, ilaçlar, gen kaynakları ve çok çeşitli malzemeler sağlayarak insanların fiziksel refahı ve kültürün devamı için çok kritik bir rol oynuyor. Örneğin, 2 milyardan fazla insan birincil enerji ihtiyacını odun yakarak gideriyor; 4 milyar kadar insan, sağlığı için birincil olarak doğal ilaçlar kullanıyor; kanser için kullanılan ilaçların %70 kadarını ise ya doğal maddeler ya da doğadan ilham alınarak geliştirilen sentetik ürünler oluşturuyor. Doğanın rutin işleyiş süreçleri yoluyla hava kalitesini sürdürme, insanlığın muhtaç olduğu havanın, temiz suyun ve toprağın kalitesini koruma, temiz su sağlama, iklimi düzenleme, tozlaşma ve tarım zararlıların kontrolünü sağlama ve doğal afetlerin etkisini hafifletme gibi pek çok işlevi var. Örneğin, meyve ve sebzelerle kahve, kakao ve badem gibi ticari açıdan önemli ürünler de dâhil dünyada gıda olarak kullanılan tarım ürünü çeşitlerinin %75’ten fazlası için hayvanlar tarafından gerçekleştirilen tozlaştırma işlevine ihtiyaç duyuluyor. İnsan faaliyetleriyle atmosfere salınan karbonu tutarak atmosferden uzaklaştırabilen yegane araç olan denizel ve karasal ekosistemler her yıl insan kaynaklı salımın yaklaşık %60’ına karşılık gelen 5,6 cigaton civarında karbonu atmosferden uzaklaştırıyor. Doğa, insan sağlığını her yönden desteklediği gibi insan sağlığının ve hayat kalitesinin ilham ve öğrenme, fiziksel ve psikolojik deneyimler ve kimliklerin desteklenmesi gibi maddi olmayan yönlerine de katkı sağlıyor. Bu tür katkılar, değer biçilmesi hayli zor olsa da hayat kalitesinin ve kültürel bütünlüğün merkezini oluşturuyor. Doğanın çoğu katkısı insanlarla birlikte oluşturuluyor ancak insanların sağladığı imkânlar -bilgi ve kurumlar, teknoloji altyapısı ve finansal sermaye- bu katkıları sadece iyileştirebiliyor ve bu katkıların bazılarının yerine kısmen geçebiliyor. Öte yandan doğanın sunduklarından bazıları yeri doldurulamaz katkılar. Doğadaki çeşitlilik insanlığa belirsiz bir gelecek karşısında alternatifler seçme şansı tanıyor. Yerli Halklar ve Yerel Toplulukların Önemi Dünyadaki kara alanının en az dörtte biri geleneksel biçimlerde sahipleniliyor veya yönetiliyor ya da yerli halklar tarafından mesken tutuluyor. Bu alanlar resmi olarak korunmakta olan alanların yaklaşık %35’ini ve resmi koruma statüsü olmayıp insan müdahalesinin çok az olduğu karasal alanların yine %35’ini kapsıyor. Yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından yönetilen doğal alanlar üzerindeki baskı giderek artsa da bu alanlar diğer yerlere göre daha yavaş tahribata uğruyor. Yine de veriler tahribatın giderek hızlandığını gösteriyor. Örneğin yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından geliştirilen ve kullanılan yerel göstergelerin %72’si doğanın yerli geçim kaynaklarını tehlikeye sokacak ölçüde bozulmakta olduğuna işaret ediyor. İklim, biyoçeşitlilik, ekosistem işlevleri ve doğanın insanlara sağladığı faydalar üzerindeki değişimlerden kayda değer ölçüde olumsuz etkiler göreceği öngörülen alanlar da yine yerli halkların yoğun olarak yaşadığı ve dünyadaki en yoksul topluluklardan pek çoğunun yaşadığı yerler. IPBES raporunda yerli halkları ve yerel toplulukları içine alan geleneksel kurumları, yönetim sistemlerini ve birlikte yönetim rejimlerini kapsayan ve birbiriyle uyumlu yönetim sistemleriyle yerel bilgiyi harmanlayan bir yönetişim modelinin doğayı ve doğanın insanlara katkılarını korumaya yönelik etkin bir yol olabileceği vurgulanıyor. Doğayı Doğrudan Tahrip Eden Başlıca Etmenler IPBES raporuna göre, doğanın son 50 yılda küresel ölçekte geçirdiği değişim insanlık tarihinde eşi görülmemiş nitelikte. Çevre Raporunda küresel düzeyde doğaya doğrudan en çok zarar veren beş etmen, en büyük etkiden en aza doğru denizlerde ve karalarda arazi kullanımındaki değişimler; organizmaların doğrudan tüketilmesi; iklim değişimi; kirlilik; yabancı türlerin istilası şeklinde sıralanıyor. Doğrudan etmenler bir dizi dolaylı etmenden kaynaklanırken bu dolaylı etmenler de üretim ve tüketim kalıplarını da kapsayan toplumsal değerler ve davranışlar, nüfus dinamikleri ve eğilimleri, ticaret, teknolojik yenilikler ve yerelden küresele yönetişim biçimleri gibi pek çok unsurla ilişkili. Doğadaki değişime neden olan doğrudan ve dolaylı etmenlerdeki değişimler bölgeler ve ülkeler arasında farklılık gösteriyor. 1970’ten bu yana nüfus artışına, artan talebe ve teknolojik gelişmeye bağlı olarak tarımsal üretim, balık hasatı, biyoenerji üretimi ve malzeme tedarikinde önemli düzeyde artış gerçekleşti. Bu artış farklı ülkeler ve farklı toplum kesimleri arasında eşitsiz olarak bölüşülen bir bedel karşılığında mümkün oldu. Doğanın katkılarına ilişkin, topraktaki organik karbon ve tozlaştırıcı tür çeşitliliği gibi pek çok başka anahtar göstergede ise azalma görüldü. Yani, ekosistem hizmetlerinin bir kısmından yararlanılması başka ekosistem hizmetlerinin zarar görmesi pahasına gerçekleşti. Bu durum doğanın maddi katkılarından elde ettiğimiz kazancın çoğunlukla sürdürülemez olduğunu gösteriyor. Çarpıcı İstatistiklerle Doğanın Durumu IPBES raporu insanların doğal çevre üzerindeki etkilerine ilişkin çarpıcı istatistikler ortaya koyuyor. İşte doğanın durumunu betimleyen bu istatistiklerden bazı satır başları Karalardaki doğal ortamların yaklaşık dörtte üçü, denizlerdeki doğal ortamların ise %66’sı insan faaliyetleri sonucunda kayda değer ölçüde değişime uğramış durumda. Yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından sahip olunan ya da yönetilen alanlarda bu eğilimler ortalama olarak daha hafif ya da daha az görülüyor. Dünyadaki kara yüzeyinin üçte birinden fazlası ve tatlı su kaynaklarının yaklaşık %75’i tarım ve hayvancılık faaliyetlerine adanmış durumda. 1970’den bu yana, tarımsal ürün üretiminin değeri %300, ham kereste hasadı ise %45 arttı; yenilenebilir ve yenilenemez kaynakların çıkarılma miktarı 1980’e göre iki kat artarak yılda 60 milyar tona ulaştı. Arazi bozunumu dünyadaki kara yüzeyinin %23’ünün verimliliğini düşürdü. Değeri yılda 577 bin ABD dolarını bulan miktarda tarım ürünü, tozlaştırıcı hayvan türlerindeki kayıplardan dolayı risk altında. Yine 100-300 milyon insan kıyı habitatlarının tahribatı yüzünden ve dolayısıyla bunların sağladığı doğal korumadan yoksun kaldıkları için seller ve kasırgalardan kaynaklı yüksek risk altında. Kentsel alanlar 1992’den bu yana iki katma çıktı. Plastik kirliliği 1980’den beri on kat arttı. Her yıl endüstriyel tesislerden çıkan 300-400 milyon ton ağır metal, çözücü, zehirli çamur ve başka atıklar yeryüzündeki sulara karışıyor. Kıyı ekosistemlerine sızan suni gübreler okyanuslarda toplam alanı kilometrekareyi geçen Türkiye yüz ölçümünün üçte birine yakın 400’den fazla sayıda “ölü bölge” oluşmasına neden oldu. Raporda dönüşüm niteliğindeki değişimleri içermeyen politika senaryolarının hepsinde, arazi kullanımı değişimlerinde, canlıların doğrudan tüketiminde ve iklim değişiminde öngörülen artışlardan dolayı olumsuz eğilimlerin 2050 ve sonrasında da devam edeceği öngörüldü. Tarım arazilerinin bozulmamış ekosistemlere doğru genişlemesi ülkeden ülkeye farklı düzeylerde gerçekleşti. Bozulmamış ekosistemlerdeki kayıplar birincil olarak gezegenimizin en yüksek biyoçeşitlilik düzeyine sahip noktaları arasında bulunan tropikal bölgelerde görüldü. Örneğin, 1980-2000 arasında 100 milyon hektar, yani ülkemizin yüzölçümünün dörtte üçünden fazlasına karşılık gelen bir alan kadar tropikal orman yok oldu. Latin Amerika’daki sığır otlatma faaliyetleri yaklaşık 42 milyon hektar ve Güneydoğu Asya’daki tarım faaliyetleri %80’ini çoğunlukla gıda, kozmetik, temizlik ve yakıt ürünlerinde kullanılan palm yağı üretimi için kurulan çiftliklerin oluşturduğu yaklaşık 7,5 milyon hektar bu tahribatın başlıca nedenleriydi. 1970’ten bu yana insan nüfusu iki kattan fazla 3,7 milyardan 7,6 milyara artış gösterdi ve bu artış ülkeler ve bölgeler arasında orantısız olarak gerçekleşti. Bununla birlikte gelişmiş ülkelerdeki ortalama gayrı safi yurt içi hasıla, en gelişmemiş ülkelerdekinin dört katını buluyor ve daha hızlı artıyor. Tüm bu artışlara üretim noktalarıyla tüketim noktaları arasındaki mesafelerin gitgide artması ve dolayısıyla üretim ve tüketim kalıplarının çevreye getirdiği yükün uzak bölgelere kayması da eşlik etti. Çoğunlukla 1900’den bu yana olmak üzere, karalarda bulunan başlıca habitatların çoğunda yerli türlerin ortalama çokluğu en az %20 azaldı. İstilacı yabancı türlerin sayısı ise ayrıntılı kayıtların tutulduğu 21 ülkede 1970’ten bu yana %70 oranında artış gösterdi. Yüksek düzeyde endemizmin yöreye özgü tür oranı görüldüğü yerlerde biyoçeşitlilik istilacı türlerden ciddi şekilde zarar görüyor. Son 50 yıl içinde yabani omurgalı türlerin popülasyon büyüklükleri karada, tatlı sularda ve denizlerde azalma eğilimi gösterdi. Böcek popülasyonlarındaki küresel eğilimler bilinmese de bazı yerlerde hızlı düşüşler olduğu ayrıntılı olarak belgelendi. 1870’lerden bu yana, mercan resiflerindeki canlı mercan örtüsünün yaklaşık yarısı yok oldu. Son 20-30 yılda küresel iklim değişiminin diğer etmenlerin etkilerini de şiddetlendirmesiyle kayıplar hızlandı. Değerlendirilen hayvan ve bitki türlerinin yaklaşık %25’inin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu tespit edildi. Bu da biyoçeşitlilik kaybına neden olan etmenlerin şiddetini azaltacak tedbirler alınmadığı takdirde, 1 milyona yakın türün şimdiden yok oluşun eşiğinde olduğunu, hatta pek çoğunun önümüzdeki birkaç on yıl içinde yok olabileceğini düşündürüyor. Bu tür tedbirler olmadan, şimdiden son 10 milyon yıl içindeki ortalama yok oluş hızının onlarca ya da yüzlerce katı düzeyde olan küresel tür yok oluşu hızında daha da artış olacağı öngörülüyor. İklim değişiminden kaynaklı olarak karada yaşayan uçmayan memelilerin yayılımının yaklaşık yarısının %47 ve tehlike altındaki kuşların yaklaşık dörtte birinin olumsuz olarak etkilenmiş olabileceği düşünülüyor. Tüm dünyada kültür bitkilerinin ve evcil hayvanların yerel çeşitleri ve soyları yok olma eğiliminde. Genetik çeşitliliği de içeren bu çeşitliliğin kaybı, pek çok tarım sisteminin tarım zararlıları, patojenler ve iklim değişimi gibi tehditler karşısındaki dayanıklılığına gölge düşürerek küresel gıda güvenliğini tehdit ediyor. Küresel Hedefler ve Politika Senaryoları Biyoçeşitlilikteki, ekosistem işlevlerindeki ve doğanın insanlığa pek çok katkısındaki geçmişte başlayıp günümüzde de devam eden düşüş, uluslararası toplumsal ve çevresel çoğu hedefin örneğin, ülkemizin de dâhil olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nde kabul edilen Aichi Hedefleri ile Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için 2030 Gündemi’nde yer alan hedeflerin her şeyin şu anki hâliyle devam etmesi durumunda yakalanamayacağını gösteriyor. IPBES raporunu hazırlayan uzmanlar altı farklı politika senaryosunu ve bunların 2050 itibariyle biyoçeşitliliğe ve doğanın insanlara katkılarına yönelik öngörülen etkilerini inceledi. “Bölgesel Rekabet”, “Şu Anki Durumun Devamı”, “Küresel Sürdürülebilirlik” gibi başlıklar taşıyan senaryolarda birbirinden çok farklı politika seçenekleri ve yaklaşım kümeleri oluşturuldu. Sonuçta dönüşüm niteliğindeki değişiklikler içeren senaryolar haricindekilerde doğadaki, ekosistem işlevlerindeki ve doğanın insanlara katkılarındaki olumsuz eğilimlerin, arazi kullanımı değişimlerinde, canlıların doğrudan tüketiminde ve iklim değişiminde öngörülen artışlardan dolayı 2050’ye kadar ve sonrasında devam edeceği öngörüldü. Buna karşılık az-orta düzeyde bir nüfus artışını, enerji, gıda, yem, lif ve su üretiminde ve tüketiminde dönüşüm niteliğindeki değişiklikleri, sürdürülebilir kullanımı, kullanımdan kaynaklı faydanın eşitlikçi paylaşımını ve iklim değişimine yönelik doğa dostu uyum ve önleme yaklaşımlarını kapsayan senaryoların gelecekteki toplumsal ve çevresel hedeflerin gerçekleştirilmesini daha çok destekleyeceği yönünde tahminler yapıldı. Raporda dönüşüm niteliğindeki değişimlerin, çıkarları hâlihazırdaki sisteme bağlı olan taraflardan doğal olarak muhalefet görebileceği ancak daha geniş çaplı bir kamu yararı için bu muhalefetin üstesinden gelinebileceğine de değiniliyor. Politika Araçları, Seçenekleri ve Örnek Uygulamalar Politik eylemlerin ve toplumsal inisiyatiflerin doğanın tüketilmesinin etkileri, yerel ortamların korunması, sürdürülebilir yerel ekonomilerin teşvik edilmesi ve tahribata uğrayan alanların iyileştirilmesi konularında farkındalığın artmasına yardımcı olduğu biliniyor. Bunlar, çeşitli kademelerdeki inisiyatiflerle birlikte, ekolojik olarak temsil edici ve birbiriyle yeterli düzeyde bağlantılı mevcut korunan doğal alan ağlarının ve başka tür alan temelli koruma tedbirlerinin genişletilmesine ve güçlenmesine, ayrıca havzaların korunmasına ve kirliliği önleyici teşvik ve yaptırımlara katkı sağladı. IPBES raporunda bunların farklı yerler, sistemler ve ölçekler için de başarılabilmesine yönelik olası eylem ve yöntemlerin betimleyici bir listesi sunuluyor. Tarımda İyi tarımsal ve agroekolojik uygulamaların teşvik edilmesine; çok işlevli arazi planlamasına aynı anda gıda güvenliğini, geçim kaynağı imkânlarını, türlerin ve ekosistem işlevlerinin devamlılığını sağlayabilen ve sektörler arası bütünleştirilmiş yönetime vurgu yapılıyor. Ayrıca gıda sistemindeki tüm aktörlerin üreticiler, kamu sektörü, sivil toplum ve tüketiciler de dâhil olmak üzere daha derinlikli katılımının ve daha bütüncül bir arazi ve havza yönetiminin önemine; genlerin, çeşitlerin, kültür bitkilerinin, evcil hayvan soylarının, yerel çeşitlerin ve türlerin korunmasına; pazarlamada şeffaflıkla tüketicileri ve üreticileri güçlendiren yaklaşımlara, daha gelişmiş dağıtım ve yerelleştirmeye yerel ekonomileri canlandıracak biçimde, yeniden yapılandırılmış bir tedarik zincirine ve gıda israfının azaltılmasına dikkat çekiliyor. Denizel Sistemlerde Balıkçılık yönetiminde ekosistem temelli yaklaşımlara; uzamsal planlamaya; etkili kotalara; denizlerdeki korunan alanlara; denizlerdeki önemli biyoçeşitlilik alanlarının korunması ve yönetimine; okyanuslara dökülen sularla taşınan kirliliğinin azaltılmasına ve üretici ve tüketicilerle birlikte yakından çalışmaya vurgu yapıldı. Tatlı Su Sistemlerinde Önerilen politika seçenekleri ve eylemleri, işbirlikçi su yönetimi ve daha fazla eşitlik için daha kapsayıcı su yönetişimini; su kaynakları yönetimiyle arazi planlamasının farklı ölçeklerde daha iyi bütünleştirilmesini; toprak erozyonunu, dip tortusu birikimini ve denize dökülen suların yarattığı kirliliği azaltacak uygulamaların teşvik edilmesini; su depolanmasının artırılmasını; net sürdürülebilirlik kriterlerine sahip su projelerine yatırımların teşvik edilmesini; tatlı sularla ilgili bütünlüğünü yitiren pek çok politikanın ele alınmasını kapsıyor. Kentsel Alanlarda Doğa temelli çözümlerin teşvik edilmesi; düşük gelir düzeyli topluluklar için kentsel hizmetlere ve sağlıklı bir kentsel çevreye erişimin artırılması; yeşil alanlara erişimin geliştirilmesi; özellikle yerel türleri barındıran kentsel mekânlarda sürdürülebilir üretim ve tüketim ile ekolojik bağlantılılığının sağlanmasının önemi vurgulandı. Umut Kaynağı Bir Uyarı IPRES raporu pek çok uzmana göre insanlığa ama özellikle de politika yapıcılara, insanlık olarak farklı bir gelecek inşa edebilmek için hâlâ bir şansımız olduğunu hatırlatan, dolayısıyla çarpıcı uyarıların yanında bir umut ışığı da yakan bir belge niteliğinde. Raporun sunduğu çarpıcı veriler, dünyanın her yerinde günlük telaşlara dalmış insanlar ve yöneticiler için doğanın ve ekosistemlerin -dolayısıyla insanlığın varlığının- geleceği konusunda ne kadar uyandırıcı olur bilmiyoruz ancak insanlığın bu konuda hareket geçme kararı vermesi durumunda raporun önemli bir kaynak ve dayanak sağlayacağı aşikâr. Kaynaklar Besin güvenliği, besin kaynaklı hastalıklara sebep olan biyolojik, fiziksel ve kimyasal etkenleri önleyecek şekilde besinlerin hazırlanması, işlenmesi, depolanması ve tüketiciye sunulmasını içeren bir sistem döngüsüdür. Güvenli besin, her türlü bozulma ve bulaşmaya yol açan etkenlerden arındırılmış tüketime uygun hâlde olan besindir. Besin kaynaklı hastalıklar, insan sağlığı üzerinde; özellikle çocuklar, yaşlılar ve hamilelerde ciddi tehlikeler oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü WHO besin güvenliğini; dünyada en yaygın sağlık sorunlarından ve ekonomik verimliliği düşüren önemli nedenlerden biri olarak nitelendirmektedir. Besin güvenliği programlarının uygulanması ile bu tehlikeler en aza indirgenir. İklim değişikliği, klimatoloji dalınca incelenen atmosferik ya da astronomik değişikliklerdir. Atmosferdeki CO2 Karbon dioksit, CH4 Metan, C4H10 Bütan gibi sera gazları ile atmosferdeki ısının çıkamamasıdır. Bu yüzden ısı enerjisi, madde partiküllerinden ya çok fazla kalıp ısının artışına neden olur; ya maddeden çabuk ayrılıp ısı kaybına neden olur ya da bunlar periyotlu olarak değişir; bu da iklimdeki sürekli değişimlere yol açar. Gıda ve Tarım Örgütü FAO, iklim değişikliğinin besinlerin üretimine olumsuz etkileri ile dünya nüfusunun beslenmesinde yol açtığı zorlukları şöyle özetledi Dünyadaki yoksul ve besin güvenliği olmayan ülkelerde yaşayan insanların %75’i tarıma ve doğal kaynaklara muhtaç. İklim değişikliği, artan dünya nüfusunu besleyebilmek için gereken besin üretiminde %60 oranındaki artışı tehlikeye sokuyor. Ekin verimindeki %10 – 25’lik azalmalar, 2050 yılına kadar çok daha yaygınlaşabilir. Artan sıcaklık yüzünden dünyadaki temel balık türlerinin yakalanma oranı %40 azalabilir. Ormanların yok edilmesi, sera gazı emisyonlarının %10 – 11’ine karşılık geliyor. Hayvancılık, tarım kaynaklı sera gazı salınımının %66 – 78’inden sorumlu. İklim kaynaklı sıkıntılar, besin kaynaklı hastalık risklerini bir bölgeden diğerine taşıyabilecek. Canlı hayvan üretimi kaynaklı emisyonlar azaltılarak temel emisyon seviyesi %30 düşürülebilir. Küresel besin israfının faturası yıllık 2,6 trilyon $. 2011 yılında Güney Afrika’da düzenlenen İklim Konferansı’nın ve geçtiğimiz yılın son ayında gerçekleşen yoğun görüşmelerin sonunda, Paris Anlaşması kabul edildi. Anlaşmanın hedefi, taraf devletlerin sera gazı etkisi yaratan emisyonlarını düşürmesini sağlamak böylelikle küresel ısınmanın önüne set çekmek. 195 ülkenin fikir birliğine vardığı bir anlaşma sağlamak için, bazı maddelerin yumuşatılması, bazılarından ise tümüyle vazgeçilmesi gerekiyordu. Paris’te varılan anlaşma uluslararası bir fikir birliği yaratması açısından önemli bir anlaşma ancak; bu iyi niyetin gerçeğe dönüşme olasılığını da zaman gösterecek… İklim değişikliğinin, besin güvenliği konusunda tüm dünyada çok büyük sonuçları olacağı düşünülüyor. National Center for Athmospheric Research NCAR’da üç yazarın kaleme aldığı uluslararası rapora göre özellikle kurak ve tropikal bölgeler, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek yerler olacak. Rapor, 2015 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda COP21 ele alındı. Sıcaklık derecelerinin yükselmesi ve yağış projeksiyonunun bozulması besin üretimini tehdit etmekte, taşıma sistemini aksatmakta ve besin güvenliğini azaltmaktadır. Besin güvenliğinin devamı için daha önceki yıllarda gösterilen çabanın gelecek yıllarda devam ettirilmesi zor gözüküyor. Rapor, iklim değişikliği ve tarım üzerine genel bir bakış sağlamaktadır. Amerikan Tarım Bakanlığı’nın izni ve Amerikan İklim Değişikliği Araştırma Programı’nın desteğiyle hazırlanan rapor; Amerika, Arjantin, İngiltere ve Taylan’da toplamda 19; akademik, federal, özel, sivil toplum ve hükümetler arası organizasyonun desteğiyle yayımlandı. NCAR’da çalışan ve raporu hazırlayanlardan biri bilim insanı Claudia Tebaldi iklim değişikliği konusunda içinde bulunduğumuz durumu şu sözlerle açıklıyor “Eğer toplum yüksek miktardaki sera gazı emisyonuna devam ederse, besin üretimi ve dağıtımı için elimizde hiçbir şans kalmayacak. Eğer toplum emisyon seviyesini düşürürse, iklim değişikliği yine besin güvenliği üzerinde etkili olacak ancak; sosyoekonomik faktörler o noktada daha kritik hale gelecek…” Rapor, Claudia Tebaldi dışında Caspar Ammann ve Brian O’Neill adında iki bilim insanı tarafından NCAR, Amerika Tarım Bakanlığı, Atmosferik Araştırmalar için Üniversite İşbirliği’nin desteğiyle Ulusal Bilim Vakfı adına ve NCAR yönetiminde oluşturuldu 2100 yılına kadar olan süreçte küresel besin güvenliği üzerindeki iklim değişikliği etkilerine odaklanıyor. Yazarlar besin güvenliğini, insanların hayatlarını idame ettirecek kadar besleyici ve güvenli besinlerin elde edilmesi ve kullanılması olarak tanımlıyor ve besin güvenliğinin yeme alışkanlığının değişmesi, nüfusun artması, iklim değişikliği, teknolojik gelişmeler gibi nedenlerden etkilenip zarar gördüğünü vurguluyorlar. O’Neill toplumdaki ve iklimdeki değişikliklerin besin güvenliği konusunda gelecek yıllarda kritik öneme sahip olacağını düşünüyor ve ekliyor “Bunun anlamı toplumlardaki gelir, dağılımı, yönetim, eşitsizlik ve diğer faktörler konusunda daha iyi bir iş çıkarmalıyız ve bunun besin güvenliği ve iklim değişikliği üzerinde ne kadar etkisi olduğunu anlamalıyız.” Rapordaki dikkat çeken notlar Bölgesel farklılıklar olmasına karşın ürün ve canlı hayvan üretimi üzerindeki iklim değişikliğinin etkisi en fazla Afrika ve Güney Asya’da gerçekleşecektir. Refah düzeyi yüksek ülkeler ve ılıman bölgeler daha az risk altında olup yüksek enlemdeki yerlerde geçici olarak üretkenlik artacaktır. Buna rağmen eğer karbondioksit ve diğer sera gazları emilimi aynı seviyede devam ederse dünyadaki diğer bölgelerde bu yüzyılın ikinci yarısında tehlikeyle karşı karşıya geleceklerdir. İklim değişikliğinin Amerika’daki besin üreticileri ve tüketiciler üzerinde önemli sonuçları olacak. Tarım ürünlerinin cinsinde ve maliyetinde değişiklikler olacağı için de üretimde sıkıntı çeken bölgelerde ihraç ürünlerine büyük bir talep doğacak. İklim değişikliği riski tarımsal üretiminin dışında global besin sistemini, imalatını, depolamasını, nakliyesini ve tüketimini de etkileyecek örneğin sıcak iklimin yaşandığı bölgeler besin depolama konusunda problem yaşayacak ve besin güvenliği riski artacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi, nehir ve göl seviyelerindeki değişimler de taşımacılığı engelleyecektir. Besin güvenliği tehlikesi iklim değişikliği nedeniyle daha hızlanıp önemli seviyelere ulaşacak. Sera gazı yoğunluğu, insan nüfusundaki artış, düşük ekonomik büyüme en kötü senaryo da 175 milyon insanın yetersiz beslenmesine neden olacak. Bu düşüş ekonomik büyümenin artması ve doğum hızının yavaşlamasından kaynaklanacak. Aslında günümüzden bakıldığı zaman bu oldukça iyi bir sayı çünkü bugün 805 milyon insan yetersiz beslenme sorunuyla karşı karşıya olup bu sayı 1990’ların başın 1 milyarı bulmuştu… İklim değişikliği nedeniyle hasar gören besin sistemleri, soğuk hava depolarıyla, taşıma altyapılarının geliştirilmesiyle ve diğer stratejilerle onarılabilir. Bu durum her ne kadar kimi bölgeler için kolay gibi gözükse de, her noktada başarılı olunması, altyapı, su kaynakları, kaynak yaratma topraktaki bitki besinleri ve diğer faktörlerin varlığına ve yeterlilik miktarına bağlıdır. Diyetisyen Dyt. Şenol Yıldız Gerçek Diyetisyenler Sitesi Yöneticisi ve uzman yazarı ?Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Diyetisyeni ? Ankara Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Lisans, 2014 ? Osmangazi Üniversitesi Tıbbi Biyokimya Master, 2018 ? Anadolu Üniversitesi Sağlık Yönetimi Önlisans, 2016 ? Anadolu Üniversitesi Spor Yönetimi Önlisans, 2018 [button-red url=” target=”_blank” position=”left”]diyetisyenin tüm yazıları[/button-red][button-green url=” target=”_blank” position=”left”]uzaktan online diyet[/button-green][button-blue url=” target=”_blank” position=”left”]uzmana soru sor[/button-blue]

küresel iklim değişiminin bitki ve hayvanlar üzerindeki etkilerine örnekler